Bu yıl 12'ncisi düzenlenen sempozyum hakkında etkinliğin Sanat Danışmanı Prof. Dr. Bilgehan Uzuner detayları sizler için anlattı. Eskişehir'in sanat kimliğinin oluşmasında seramiğin önemlini vurgulayan Uzuner, sempozyumda hayat bulan eserlerle kentin büyük bir koleksiyona sahip olduğunu söyledi.

Uluslararası Eskişehir Pişmiş Toprak Sempozyumu'nun çıkış noktası nedir?
Sempozyum fikri Alpata Seramik'in elindeki seramik atölyesini dağıtırken Tepebaşı Belediyesi'ne verdiği bir fırınla başladı. Ahmet Ataç'la beraber gidip fırını seçtik. Fırın büyük olduğu için onunla çok büyük heykeller yapabiliriz diye düşündük. Daha sonra da uluslararası sempozyum fikrini kurduk. Bu büyük fırını bulmamızla fikir tetiklendi sonra ekipmanlarımızı oluşturduk.

Şimdiye kadar sempozyumda hayata geçiremediğiniz bir etkinlik var? Önümüzdeki senelerde yapmayı planladığınız…
Her yıl 20'den fazla sanat yapıtı çıkıyor sempozyumda. Biraz daha fazla ekipmana sahip olursak 15 sanatçıyla çalışılabiliriz. Gençler kategorisi yapabiliriz. Bunlar hep aklımda olan şeyler. Profesyonel sanatçılar ve gençler kategorisi olabilir. Etkinliği verim anlamında yükseltebiliriz. Çünkü her sene öğrenci asistanlarla çalışıyoruz. O verim gençler kategorisinde daha çok artabilir. Bir de içimde en büyük dert olan şey; bu sempozyum 20 yaşında hala kalıcı bir yer, atölyesi yok, ünite birim olarak bir yeri yok. Biz bunu 15 gün boyunca emanet yerlerde yapıyoruz. Kendi yerimiz olduğu zaman bütün seneye yayacak verimde kullanabiliriz. Öğrencilerimiz, asistanlarımızda bu konuda kendilerince çalışabilecekleri bir mekan elde edebilirler. Eskişehir hala bunu sağlayamadı. Tepebaşı Belediyesi 20 yılda kendine birçok birim kurdu. Bu yaptığı en eski ve en köklü etkinlik ama buna dair bir kurumu, birimi yok.

Sempozyumda yaptığınız eserler Tepebaşı Bölgesindeki parklarda ya da Belediye binası gibi kamuya açık alanlarda sergileniyor. Bir galeriye yerleştirilmiyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bu aslında olması gereken bir şey. Kentimize baktığımız zaman kent heykel, sanat eseri anlamında çok zayıf. Ya da geçmişe sahip çok bir birikimi yok. Biz bunun geleneğini oluşturuyoruz. En doğrusu sanat eserlerinin galerilere hapsedilmesinin değil, halka açılması. Çünkü insan için yapılıyor sanat. İnsana aktarılması, onu daha estetik kılacak, çevreye ait düşünülmesi bence çok daha verimli. O yüzden en doğrusunu biz yapıyoruz.

Eserlerin yerleştirildiği alanları belirleyen özellikleri var mı?
Bizim bu parklara koyduğumuz eserler daha kırılgan olmayan, fizik yapısı güçlü eserler. Mesela parçaları çalınamayacak, Vandalizm gibi saldırıya uğrasa da çok zarar görmeyecek eserleri parklara koyuyoruz. Daha kırılgan olan eserleri de içeriye koyuyoruz.

Parktaki eserlerden birkaçı zarar görmüştü. Bu eserlerin dışarıda bakımı ve koruması zor olmuyor mu?
Parktaki 4-5 esere zarar verdi bir vatandaş. Zihinsel engelli olduğuna dair belgesi var ama biz kamera kayıtlarını incelediğimiz zaman çok da öyle davranmıyor heykelleri kırarken. Çevreyi kollayarak, çevrede kimsenin olmadığını gördüğü an da heykelleri kırıyordu. O da bizim kafamızı karıştırdı ama önemli değil. Biz o eserlerden 4'ünü tamir ettik, bir tanesini kurtaramadık. Tamir ettiklerimiz de aynı yerlere kondu. Eskişehir'de uygar bir yaşam var. Bir de bu eserleri koyunca insanlar daha kolay alışıyor. Ama Vandalizm dünyada da var. Almanya'da da, Uzak Doğu'da gördüm böyle şeyleri. Heykeli kırmasa bile bazı kesimler heykellerin üzerine grafiti yapıyor.

Eskişehir'de pek çok sempozyum ve festival düzenleniyor. En köklü olanlarından biri Pişmiş Toprak Sempozyumu. Sizce şehre neler kattı bu sempozyum?
Pişmiş Toprak Sempozyumu artık uluslararası camiada, sanatçılar arasında bilinen bir noktaya geldi. Buraya gelmek isteyen, özelden bize mail atan pek çok sanatçı var. Uluslararası önemli platformlarda yer alan sanatçılar… Eskişehir sanat birikimi ve pişmiş toprak sempozyumuyla dünyada meşhur diyebilirim. Bence en meşhur tarafı da dev terracotta heykeller. Bunu sürdürürsek ileride sırf bu açıdan bile gezmeye değer bir tarafı olacak. Bir de Eskişehir Yılmaz Büyükerşen'le başlatılan heykeller kenti gibi bir imaja sahipti. Aslında bu imaj özgün sanat yapıtları ürettiğimiz için Pişmiş Toprak'ta daha da doğrulandı diyelim; daha da somut bir heykel kenti imajına dönüştü. Çünkü, açıkçası biz biraz daha özgün bir yapıt diliyle sanatçının kendi özgür iradesine bırakıyoruz etkinliği. Bu güne kadar 120 sanatçıyla bu sempozyumda çalıştık. Bunlar tabi ki kendileri özgür üretimlerini yaparken, Türkiye'yle ve kentle hesaplaşan bir takım estetikler, üretimler yaptılar. Bu da çok eşi benzeri olmayan bir koleksiyon.

Üniversiteye de katkıları oluyor mu?
Şüphesiz oluyor. Üniversitede yapamadığımız büyük boyutlu, etkin çalışmalar yapabiliyoruz. Toplamda 13 günde 2 metrenin üzerinde dev bir terracotta heykeli pişirip yerine koyduğunuz zaman bu bir dünya rekoru aslında. Bu sene 10 sanatçı 23 eser yaptı. 5 tanesini de biz yaptık. 11 üniversiteden 60 öğrenci geldi. Bu sırf öğrenci için değil hepimiz için çok büyük bir deneyim paylaşımı. Çünkü bu kadar büyük ve zor heykellerin imalatı, üretimi ve herkesin farklı teknikler kullanması, eserler üretmesi hepimiz için ciddi bir öğreti. Ama burada en şanslı öğrenciler oluyor. Sanatçılar için öğrencilerden oluşan asistan grupları kuruyoruz. 4 yıl içinde göremeyecekleri teknikleri 15 gün içindeki hızlandırılmış eğitimde görüyorlar. Burası büyük bir okul gibi. Öğrencilerin de eserlerde çok önemli katkıları oluyor. Bunlar bir tür sanatsal bir imece üretimi.

Halkın ilgisini çektiğini düşünüyor musunuz?
Halkın ilgisi gayet güzel. Sempozyumu bilen birçok kişi artık geliyor, geziyor. Sempozyumun üretim ve sanat anına şahit oluyor. Sosyal etkinlilere katılıyorlar. Sergiler çok iyi geziliyor. Yarışmalara çok katılım oldu. Etkinlikler çok ilgi geçiyor. ETİ Fabrikasının mekanı da kentin merkezine yakın bir nokta. Bu nedenle çok verimli oldu.
Eskişehir kültür sanat kimliği ile ön plana çıkan bir şehir haline geldi. Farklı alanlarda pek çok festival ve sempozyum düzenleniyor. Size seramik, Eskişehir'in kimliğini oluşan sanat dallarından mı?
1990-91 senelerinde fakültede ben ilk cam şekillendirmelerini yapan insanım. Daha sonra Doçentliğimde de bir cam sanatları kitabı yazdım. Buradaki ilk cam tekniklerini bulan, geliştiren benim. Cam bölümleri kurulmamıştı o zamanlar. Eskişehir'de Güzel Sanatlar'da cam imalatı benim tarafımdan başlatıldı. Sonra cam fikri doğdu. Ama Türkiye'de olduğu gibi dünyada da cam ve seramik bölümleri birlikte çalışır. Cam Festivali de bence Eskişehir'de yapay bir gündem. Aslında burası terracotta kenti. Pişmiş toprak sanayinin olduğu, tuğla kiremit sanayinin oluğu bir kent. Teknik altyapısı ve teması doğru olan etkinlik pişmiş toprak şüphesiz. Kentin geçmişiyle geleneğiyle ilişkilendirdiğiniz zaman cam bu kentin altyapısında bir üretim olarak yok. Hala çevre illerde, köylerde, Kütahya'da seramik ve çini imalatı var.

RÖPORTAJ : AYŞEGÜL HÜMMET
Editör: TE Bilisim