MEHMET EROĞLU
Bugün 69 yaşında olan 68 kuşağının temsilcilerinden Mehmet Eroğlu, öğretmen babasının peşinden gezerken çeşitli illerde okumak zorunda kalmış, 7 yıllık yatılı orta öğrenimden sonra ODTÜ İnşaat Mühendisliği'ni bitirmiş.
Üniversitede öğrenci derneği başkanlığı ile başlayan siyasi hayatı, Dev-Genç davalarında aldığı mahkûmiyetlerle ve yasaklarla ilerlemiş. Bir süre mühendislikle yazarlığı bir arada sürdüren yazar, mühendislikten vazgeçmiş, yazarlık ve senaristlikle hayatını sürdürmüş.
12 Eylül'ün baskıcı döneminde yazdığı ilk romanları yasaklanmış, ama hem romanların hem de senaryosunu yazdığı filmlerin ödüller almasına hiçbir güç engel olamamıştır.
Kendisini 'insan yaratılışının gölgeli alanlarında boy atan temaların yazarı' olarak tanımlar.
'İnsan manzaralarının ressamı' da denilen Eroğlu'nun kalemi, hayatın ta içindeki insanlara ve yaşananlara dil olmuştur.
***
YAKLAŞIM
'Bedensel körlük gözlerle ilgilidir, ruhsal körlükse duygularla…' (s.277)
Yüzölçümünü bilmem ama herkesin bedeninde ya da ruhunda, bazen yaşamına yön veren, bazen görmemeyi tercih edip hayatı akışına yaşadığı ama varlığını sürekli hissettiği büyük/küçük yaraları vardır.
Sol çizginin tanınmış yazarı Mehmet Eroğlu, işte böyle bir yaranın etrafında oluşan duyguları ve yaşama etkisini kaleme almış bu kitabında.
***
KONU
Kahramanımız bebekken, babası cam kırığıyla annesini öldürmüş. Anne cinayet anında kucağındaki bebeği kalkan olarak kullanmış, bebeğin yüzünde derin bir yara oluşmuş.
Aldığı yarayı bir simge gibi ömür boyunca yüzünde taşıyan, anti sosyal, karışık kafalı, bulanık zihinli, alkol sorunu olan, ruhu bereli ve kimsesiz bir yazarın, Ahmet'in geçmişiyle hesaplaşma öyküsü bu kitap.
'Yaramın yüz ölçümü tamı tamına dokuz virgül yetmiş beş santimetrekare. İyi biliyorum çünkü askeri heyette üç kez ölçtüler. On santimetrekareden biraz az. Bu yara beni komando olmaktan kurtardı.' (s.27)
Yetimhane, üniversite, askerlik hayatında kimlik gibi yüzünde taşıdığı yaranın etkisini aşmaya çalışan kahramanımız, sonunda çözümü sakal bırakmakta bulmuş.
Ruhunun yarası gibi taşıdığı ama hatırlayamadığı, hayatında 'kara delik' gibi duran on dakikalık anısını arayışı romanın iskeletini oluşturuyor. Bu zihin yarası, yazdığı romanın kahramanı Zinar'da arayışın cisme dönüşmüş hali olarak kendini gösteriyor.
Roman, Gezi olayları, Kürt sorunu, LGBT hayatlar gibi baharatlarla soslanarak kahramanın kendi yaşamı ile hesaplaşma öyküsü olarak sunuluyor. Baharatın tutamlarını da fotoğraf sanatçısı dikkatiyle seçilmiş karakterler oluşturuyor: Transseksüel Marylin/Erol, akademisyen-gözü pek aktivist Serap, kaba kuvvetin temsilcisi dost Mesut ve Osman, Cengiz, Ayşın, Sadi bey…
Bir Gezi romanı değil. Ama Gezi olayları, kahramanımızın teğet dokunduğu, uzaktan baktığı bir fon olarak romanda yerini alıyor.
***
YORUM
Okurun beklentilerine cevap veren, Mehmet Eroğlu kitaplarını ilk defa okuyanı mutlaka çarpan, güçlü bir eser.
Kurgusunda çekirge var. Olaylar, zaman içinde ileri geri sıçrayıp duruyor.
Roman içinde roman barındırıyor. Kahramanın geçmişi de, merak uyandıran bir akışla perde gibi parça parça açılıyor. Yazarın ve kahramanın ironik tavırları birbirine bütünleşmiş.
Gereksiz detaylara boğulmamış; yazarın kendi çizdiği yönde kesiştiği tali unsurlar da hiç sırıtmamış. Olayları, kişileri, dekoru anlatırken kullanılan sakin anlatım, bir desen ayrıntısı çizercesine seçilen cümlelerle desteklenmiş.
Aforizmalarıyla, akıcı anlatımıyla, kendine bağlayan olay kurgusuyla, boşa tek bir satırın kullanılmadığı eşsiz bir öykü.
Bu romanı okumak lazım!
***
'Unutma yetisi, cömert diyemeyeceğimiz Tanrı'nın bize bağışladığı bir ayrıcalık… Bu yeteneğimiz olmasaydı, acılarımızı nasıl siler, onunla nasıl baş ederdik.' (s.160)