Bu yıl da geldi Ramazan. Hem de geçen yıldan on gün daha evvel! E başka ne olacaktı ki?
Yaşları nedeniyle pek çok Ramazanı birlikte geçirmiş olan karı koca konuşuyorlarmış.
Adam, karısına;
'Hanım, bunca senedir oruç tutuyoruz. Acaba Ramazan-ı Şerif bizden memnun mu?' diye sormuş.
Karısı da,
'A efendi! Düşündüğün şeye bak, o mübarek memnun olmasaydı, her sene on gün önceden gelir miydi hiç?' demiş.
Kim bilir daha kaç ramazan ayı gelip geçecek.
Ve biz… Şöyle bir hesaplayacak olsak, kaç kez daha, aynı tarihe…
Yahut da aynı aya denk gelen Ramazan görebileceğiz?
İnsan ömrü, kelebeğin ömrü gibidir.
Hisseden, düşünen, algılayan; aklı, fikri olan; evrende bir benzeri olmayan tek canlı olduğumuz da düşünülünce…
Aynı gün içinde doğup ölmek gibidir insan ömrü.

***

Gelişi ayrı, gidişi ayrı olur Ramazanın.
Hali vakti yerinde olan için ayrı, hali vakti yerinde olmayan için ayrı bir mana taşır.
Manadan öte, ayrı bir zevk ü sefa taşır.
Hali vakti yerinde olmayan halk yığınları için çarşıda, pazarda, markette fiyatların ikiye katlandığı bir aydır Ramazan ayı.
'Daha nereye katlanacak fiyatlar!' diyeceksiniz ama…
Ama insan her şeye alışır.
Yedi lira olan domatesi beş liradan alınca ucuz aldım sanır.
Mutfak gideri de ikiye katlanır Ramazanda.
Hele bir de arkasından Bayram gelince…
Bayramın yaklaştığı günlerden birinde, iftara davetli misafirlerden biri, iftar sofrasındaki yemekler hoşuna gidince;
'Keşke Ramazan senede iki kez gelse,' demiş.
Aynı sofrada bulunan, insanların abartılı Ramazan coşkusunu pek hoş bulmayan biri de,
'Madem öyle, Ramazan gider gitmez neden bayram yapıyorsunuz? İnsan sevdiği gidince bayram yapar mı hiç?' demiş öfkeyle.
Ama hepsi ayrı bir güzel, hele bir de sağlığın yerindeyse...
Tuzun da kuruysa biraz…
İstediğini alıp satabiliyorsan…
Değme keyfine.

***

Biraz da davulun kasnağına vuracak olursak tokmağı…
İftarda ayrı, sahurda ayrı donatılmış sofralarda geçirmek de var Ramazanı…
Yarı aç yarı tok…
Peynir zeytinle, kuru ekmekle geçirmek de var.
Sizin de aklınıza gelir mi bilmem, ara sıra aklıma gelir benim.
Yerin yedi kat altındaki kömür madeni işçiler iftarı, sahuru nasıl yaparlar?
Oruçlarını nasıl açarlar?
Maden ocağında, donatılmış bir iftar sofrasında mı?
Yoksa yere serdikleri gazetelerin başına bağdaş kurarak yahut da diz çökerek oturup sefer taslarından çıkardıkları yarı sıcak yarı soğuk bir iki kap yemekle mi?
Hakikaten merak ediyor insan.
Bir de, Ramazanı sevinçle karşılayanlar arasında, televizyonlarda akıl almaz paralara, iki gözü iki çeşme iftar programı yapanlar var.
Lüks içinde yaşayanlar var bir de.
İftar sofralarında savurganlığa, gösterişe kaçılmamasını öğütleyenler!
Bektaşi'nin birini de Ramazanda içki içtiği için yaka paça kadıya götürmüşler.
Çakırkeyif Bektaşi'yi görür görmez Kadı:
'Behey kafir! Ramazanda da mı içiyorsun bu zıkkımı! Utanmıyor musun? Bilmiyor musun haram olduğunu?' demiş.
'Kadı Efendi, sırtınızdaki ipek kaftan da haramdır...' diye karşılık vermiş Bektaşi.
Kadı,
'İpektir ama bunun içine pamuk katarlar, o nedenle üzerimdekinin tam olarak ipek kaftan olduğu söylenemez,' demiş.
Bektaşi de,
'Dünyada doğru adam mı kaldı Kadı Efendi, şaraba da yarı yarıya su katıyorlar, benim içtiğim de şaraptan sayılmaz' demiş.

***

Bektaşi de tokmağı davulun kasnağına vuruyor ama…
Ama anlayana işte…