Bedri Rahmi Eyüpoğlu bir şiirinde şöyle diyor;
Ah bu türküler,
Köy türküleri
Dilimizin tuzu biberi
Memleket ahvalini onlardan sor
Kitaplarda değil, türkülerde ara Yemen'i
Öleni, kalanı, gidip gelmeyeni...
Ben türkülerden aldım haberi.

Osmanlı Devleti'nin kutsal toprakları korumak için yıllarca savaştığı yerlerdir Yemen, Hicaz, Filistin… .
Yaşanan acıların türkülere konu olduğu bu cephelerde Osmanlı askerleri İslam coğrafyasını, bölgeyi işgal etmek isteyen İngilizlere karşı korumaya çalışmış ancak hiç ummadığı ihanetleri yine bu cephelerde yaşamıştır.

'EN BÜYÜK TÜRK MEZARLIĞI; YEMEN'
Yemen, hakimiyetimiz altında kaldığı 400 yıllık dönemde Osmanlı Devleti'ne
en fazla isyan eden bölge olmuştur. Yıllarca süren bu isyanlarda binlerce askerimiz şehit oldu.
Önemli bir bölümü Zeydi olan Yemen halkı Osmanlı hilafetini kabul etmek istemiyordu.
İngiltere, Zeydî imamlarla iyi geçinerek(!) bölgeye yavaş yavaş yerleşti.
Asıl büyük isyan İngiltere'nin kışkırtması ile 1902'de çıktı. İsyanın lideri İmam Yahya kendi hilafetini ilan etti.
O sırada Trablusgarp ve Balkanlarda savaş bulutları oluşuyordu. Yemen'deki birliklere başka yerlerde çok ihtiyaç vardı. Sonunda devlet pes etti.
1911'de İmam Yahya ile yapılan antlaşma ile Yemen'de senelerce süren isyan sona erdi. Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra Yemen'i tamamen terk ettik.
'Hûş'a giden binlerce Mehmetçik ise bir daha geri gelemedi.'

MEKKE VE MEDİNE'Yİ NASIL KAYBETTİK?
Birinci Dünya Savaşı'nda Arabistan çöllerinde bir yandan İngiliz askerleri ile savaşılırken, öte yandan isyancı Arap çetelerinin saldırılarıyla da uğraşıldı.
Mekke Şerifi Hüseyin, İngiliz casuslarının girişimiyle Arabistan kralı olacağına inandırıldı
Şerif Hüseyin, 10 Haziran 1916'da ayaklandı ve bağımsızlığını ilan etti; İngiliz casus Lawrence'in yol göstericiliğinde Hicaz ve çevresindeki Osmanlı birliklerine baskınlar düzenlendi. Çok güç koşullarda yapılan Hicaz demiryolu tahrip edildi. İsyancılar Cidde'yi, Mekke'yi, Taif'i ele geçirip Medine'ye yöneldiler.
Ele geçirdikleri yerlerde yaralı ve hasta askerlere bile acımıyorlardı…

KUTSAL EMANETLER ZOR KURTARILDI
Medine'de bulunan Türk birliği hiçbir yardım alamadan, bu kutsal kenti iki yıldan fazla savundu. İsyancı Arapların baskınları ve hain pusuları ile yitirdiğimiz Mehmetçiklerin bir bölümü de açlık ve susuzluktan kırıldı.
Medine'yi savunan Fahreddin Paşa, saldırıdan bir süre önce şehrin yağmalanması olasılığına karşı 'Kutsal Emanetler'i İstanbul'a naklederek, belki de bu emanetleri British Museum'da sergilenmekten kurtardı.
Fahreddin Paşa Osmanlı devletinin teslim olmasından 72 gün sonra 13 Ocak 1919'da büyük bir üzüntü ile şehri teslim etmek zorunda kaldı.

KAVM-İ NECİB…
'Kavm-i Necib' olarak yıllarca ayrı bir değer vererek koruduğumuz, kolladığımız, uygarlık götürdüğümüz Araplardan bize ihanetten başka 'miras' kalmadı.
Dünya politikasında 'yalnızlık' görüntüsü, ekonomik kaygılar, acil destekler(!), bilemediğimiz ortak projeler nedeniyle bazı(!) Arap ülkeleri ile dostça ilişkiler kurulması siyaseten açıklanabilir.
Yenilerde ortaya çıkan 'muhafazakar elit sermaye sınıfı'nın duygusal (!) Arap hayranlığı da belki anlaşılabilir.
Benim asıl merak ettiklerim;
· Arap ülkeleri de Türkiye'ye kardeşçe ve dostça bakıyorlar mı?
· Araplar Osmanlı yönetimindeki günlerini özlüyorlar mı?
· Araplar Türkiye'yi İslam aleminin lider ülkesi olarak görüyorlar mı?
· Neden bazı Arap ülkelerinde büyükelçimiz bulunmuyor?
Bu soruların yanıtını alabilmek için hem Osmanlı hem de Cumhuriyet
dönemi Türk-Arap ilişkilerini günümüze kadar incelediğimizde karşımıza sadece bir darb-ı mesel çıkıyor;
'Ne Şam'ın şekeri Ne Arap'ın yüzü (!)'