Zamanın birinde çok akıllı iki kardeş yaşarmış. Etrafındaki ve okuldaki bilgiler kendilerine yetmediğinden, annesi onları, bulundukları beldenin bilge adamına götürmüş.
Kardeşler, bilge adama pek çok sorular sormuşlar ve her defasında kendilerinin tatmin olduğu cevaplar almışlar. Bundan çok memnun olan kardeşler, bir müddet için bilgenin yanında kalıp daha çok şeyler öğrenmek için annelerinden izin istemişler ve bilge adamın yanında kalmışlar.
Bilge adama sorduklarına ve aldıkları cevaplara çok sevinen ve mutlu olan çocuklar bir süre sonra bu işten sıkılmaya başlamışlar. Bilgenin bilemeyeceği bir soru bulmamız lazım diye düşünmüşler.
Kardeşlerden biri, 'Buldum' demiş. 'İki elimin arasına bir kelebek koyacağım ve bilge adama soracağım. Avucumun içinde bir kelebek var, canlı mı ölü mü? Ölü derse kelebeği bırakacağım, canlı derse avucumu hafifçe bastıracağım. Her ne derse cevabını bilemeyecek!'
Kelebeği ellerinde tutan kardeşlerden biri, kapalı tuttuğu ellerini bilgeye doğru uzatmış ve sormuş…
'Avucumun içinde bir kelebek var, canlı mı ölü mü?'
Bilge, uzun uzun çocuğun gözlerinin içine bakmış ve cevaplamış:
'Senin ellerinde evladım, senin ellerinde…
Mutluluk tıpkı avucumuzdaki kelebek gibi kendi ellerimizde, onu çok sıkarsak ölür.
Kanatlarımız varken, sürünerek gitmek yerine, özgürce uçmayı tercih etmeliyiz.
Geleceğimiz her yeni durum bizi özgür ve daha yetenekli yapar. Tıpkı kelebek gibi.
'Kelebek bir kez kanatlandıktan sonra' diyor Colin Williams' bir daha asla tırtıl haline dönemez.'