1921'de doğmuştu.
İki gün öncesine kadar da hayattaydı.
Yani doksan yedi yaşına kadar yaşadı.
Muhteşem uzunlukta bir ömür.
'Uzun Yaşamanın Sırrı' diye de bir kitap yazdı.
O günlerde, Gabriel Garcia Marquez'in, 'Benim Hüzünlü Orospularım' romanının doksan yaşındaki köşe yazarı kahramanından etkilenip 'Ben de doksan yaşıma kadar yaşamak istiyorum,' diye tutturduğum için 'Uzun Yaşamanın Sırrı'nı alıp okudum.
Beklediğimi bulamadım tabi.
Uzun yaşamanın sırrı?
Belki de bir sırrı yoktu bunun.

***

Daha çok yaşlılığını sevdi insanlar, Aydın Boysan'ın.
Muzır bir çocuk gibiydi.
Hep gülüyordu konuşurken.
Tabi filozofluğu tutmadığında.
Filozofluğu tuttuğunda ciddileşip başını biraz havaya kaldırarak yüzünde büyükçe duran gözlüklerinin arkasından karşıya değil de göğe doğru bakarak -nereye baktığı pek belli olmuyordu aslında ama olsun, o nereye bakarsa baksın, biz ona bakıyorduk yüzümüzdeki gülümsemeyle - o enteresan, o anlaşılması biraz zor konuşmasıyla şöyle diyordu mesela:
'Rakı ne balıkla ne peynirle içilir, rakı insanla içilir.'
Bu arada beni en çok etkileyen sözü buydu.
Sanki doğrudan bana söylenmiş gibiydi.

***

Bize ağır gelen acayip sözleri de vardı:
'Her akıl sahibi, kendi aklı dahilinde delirme hakkına sahiptir.'
'Eğer zaman, düğüm atılmamış bir ip tekdüzeliği içinde akarsa, öylesine bezdirir ki, miskinlik yaratır. Öyleyse 'zaman baba'ya arada bir düğüm atılır ki, geçmiş günler zevkle anılsın, gelecek zaman da, umut dolu olsun…'

***

Asıl mesleği mimarlıktı.
Kırk beş yıl, aralıksız mimarlık yaptı.
Mimarlık yarışmalarında önemli ödüller kazandı.
Ama insanların onu asıl tanıması, sevmesi…
En azından benim için bu böyle, altmış üç yaşında yazar olmaya karar vermesiyle oldu.
1984'te kendi kitaplarını basmak için yayınevi kurdu.
Adı neydi yayınevinin?
Adı…
Adı, 'Bas!'
'Bas!' yayınevi.
Ne diyordu?
'İnsan dediğimiz canlı, son nefesine kadar bir anlamsız ve saçmalık dizisinden kurtulmak istiyorsa, bunun yararlı ve garantili kurtuluş yolunun 'mizah' olduğunu anlamalıdır.'
Kendisi de zaten başlı başına bir mizahtı.

***

Altmış üç yaşından sonra yazarlığa başlamasını,
'Hiç bir konuya hiç bir yaşta geç kalınmış değildir. Her türlü eylem ve işten 'artan zaman kalmadığı' gerekçesi ile kaçınılması yanlıştır… Hatta saçmadır,' sözüyle açıklıyordu.

***

Daha pek çok şey söylüyordu kendisiyle yapılan röportajlarda, katıldığı televizyon programlarında…
Yalan söylemeye lüzum yok, sarhoşluktan dili peltekleşen birinin konuşmasına benzeyen o enteresan konuşması nedeniyle pek bir şey anlayamıyorduk söylediklerinden.
Ama yine de çok şey anlamış gibi memnunduk onu dinlemiş olmaktan.
Çünkü ne söylediği değildi önemli olan.
Önemli olan onun yaşama sevinciydi. Yaşama sevinci, hayata bakış açısı…
Benim doksan yaşına kadar yaşamaktan vaz geçme nedenimse, bunların bende olmadığının farkına varmış olmamdı.