O, Hakk'a Yürüdü, Yaşasın Cumhuriyet

O'nun için bu güne değin dökülen gözyaşları , duyulan acı, O'nun gerçekliğini ve ölümsüzlüğünü her an hissettirmekte.
O, Türk'ün yıkılmaz ve zaptedilmez bir kalesi halinde, akıllarda ve yüreklerde yaşadıkça ölümsüzlüğünü her daim koruyacak.
Büyük zaferlerin ışık dolu ufuklarına kavuştuktan sonra, Türk milleti mutlu günler yaşamaya başlamıştı. Ancak yaşam, kişileri olduğu kadar, milletleri de önüne geçilemeyecek tarihi darbelere uğratır. Bu nedenle, kudretli bir milletin acısı da, sevinci gibi derin oluyor. İz bırakmadan geçmiyor.
Ebedi toplumların mukadderatı budur ve bu gerçeği Türk milleti vaktiyle Atatürk'ten öğrendi. Mütarekenin kara günlerinde, eli kolu bağlanmış bir millet halinde yarınımıza ağladığımız sıralarda kulaklarımızda O'nun gür sesi çınlamıştı. 'Kurtulacaksın', diyordu. 'Istırabın büyüğü hayatiyetin ve hassasiyetin timsalidir. Mademki sana vurulmak istenen zincirlerin acısını bu kadar derin bir kudretle duyabiliyorsun, elbette kurtulacaksın'.
Büyük Türk milleti bu sözlerin vadettiği gerçeği anladığı içindir ki, çaresizce acıya harcamakta olduğu enerjiyi, Atatürk'ün yüksek iradeli kumandası altında toplamakta bir an bile tereddüt etmedi. Ancak, ne yazık ki O'nun tuttuğu ışık ve mutluluk yaratan meş'ale önünde daima yükselerek ilerleyen Türk milleti günün birinde, O'nu kaybetmiş olmanın acısı etrafında toplanacaktı.
Acımız, Türk Birliğinin, Türk kudretinin büyüklüğüyle uyumludur elbette. Ancak, büyük milletlerdir ki sevinçleri gibi üzüntüleri de derin olur.
O, yarım yüzyıllık kısa yaşamında birkaç yüzyılın içine sığmayan ve gelecek yüzyıllar üzerinde de etkileri görülecek olan büyük işler başardı.
O, tarihin seyrini değiştirmek gibi bir mucize yaratan büyük bir adamdı. Türk tarihine 'Türk Milletini maddi ve manevi ölümlerden kurtaran adam' diye geçti.
O, medeniyet tarihine ' Dünyanın en önemli parçasından yeni bir medeniyet kuran adam' diye geçti.
O, insanlık tarihine ' Yüzyıllarca acı çeken insanları mutluluğa kavuşturan adam' diye geçti.
O, askerlik tarihine ' Yere serilmiş addedilen bir milletten muhteşem bir ordu yaratan ve zaferler kazanan, yenilemez komutan' diye geçti.
O, siyaset ve idare tarihine 'Bir saltanatın perişan enkazı üzerinde yepyeni ve muhteşem bir devlet kuran dahi devlet adamı' diye geçti.
O, inkılap tarihine ' Türkiye'de ve Doğu'da geceyi gündüz, cehaleti ilim, geriliği yenilik, geçmişi gelecek yapan benzersiz yenilikçi, eşsiz devrimci' diye geçti.
Bunları yapan adam, bir deha, hiç ölür mü? Hiçbir ölüm, O'nu öldüremez. Artık, Atatürk'ü göremeyecekleri için Türk milletinin gözleri, acı gözyaşları dökerken milli şuurumuz, milli vicdanımız, milli varlığımız O'nunla doludur. Bu millet, O'nun hatıralarıyla, O'nun eserleriyle yaşıyor.
Eseri; hepimiz ve bütün bu millettir. Yeni bir millet yaratıcısı olarak bütün Türk tarihi içinde en yüksek makam, bütün Türk tarihinin büyükleri arasında en büyük Türk olarak yaşama hakkı, daima ona ait olacaktır.
Bu milletin karşısındaki devletler, büyük harbin bütün müttefikleri idiler. Hepsi de işimizi bitirmek, son nefesimizi nasıl vereceğimizi görmek için başımıza üşüşmüşler, yurdumuza musallat olmuşlardı. Atatürk'ün bütün milleti uyandıran sesinin Anadolu'da gürlediğini, milletin canlanıp, ayaklandığını görünce hepsi de bu hayatiyet izlerini çiğnemek için birleştiler. Fakat Atatürk'ün, enerjisi bütün husumet alemini yendi ve muazzam ebedi eserini, dört senelik bir mücadeleye sığdırdı. Sonuçta O'na, 'Âsi' diyenler yıkılıp gittiler. O'nu gelip geçici bir maceracı sananlar, onun zaferini selamlayarak çekildiler ve bütün dünya, Türk milletinin tam bağımsızlığını saygı ile tanıdı.
Kurtuluş Savaşı'nın ikinci safhası, Dünyayı, belki de birinci safhasından daha çok meraklandırdı ve şaşırttı. Çünkü bunu imkansız görüyorlardı. Onlara göre, 'Şarklı' bir milletin 'Garplı'laşmasına, muasır hayata kavuşmasına, muasır medeni milletler gibi yaşamasına imkan yoktu. Fakat yanılıyorlardı.
Türk milleti Atatürk'ün her irşadını, her işaretini anında gerçeğe dönüştürüyor ve o gerçekleri yaşıyor ve yaşatıyordu.
Belki hiçbir devirde Batılı milletler, Batılı aydınlar Türk milletini, bu devirde olduğu kadar merak etmemiş ve onun her hareketini, her ileri adımını büyük bir dikkatle takip etmemiştir.
Türk milleti yalnız hurafelerden ve batıl itikatlardan, yalnız köhne an'anelerden, yalnız geçmişin kötü geleneklerinden silkinmemiş, bütün varlığını, varlığının sebebi olan bütün müesseselerini, bütün teşkilatını yenilemiş, bütün ihtiyaçlarını bugünün araçlarıyla, bugünün bilimiyle temine koyulmuş ve başarılı olmuştur.

Çekmez Kürenin Sırtı, Bu Tabut-u Cesîmi

Türk milleti için O'nsuz varlıkta, yokluğa sarkan bir şey vardı. Varlıkla yokluk arasındaki tezadın hazımsızlığından doğan bir 'inanmama' duygusu içindeydi. Onun kadar var olan ve onun kadar var eden bir insanın yokluğuna inanmamak duygusu büyük bir gerçek mi saklıyordu ? O'nun yokluğuna inanmamakta haksız değillerdi ; O'nun ölen tarafı her fanide olduğu gibi, zaten en az var olan tarafıydı; bedeniydi. Zaten O, bu kadar işleri bir et ve kemik parçasıyla yapmadı. O'nun asıl var olan ve bugün hala bütün canlılığıyla yaşayan tarafı, ölümlü bedenine sığmayarak en uzak memleket sınırlarına kadar taşan 'Milli Cevher'iydi. İşte bu cevherin adı ; Türk'tür. Bu cevher, O'nun güzel gözlerinin elenmiş duru mavisinden fışkırmış, bütün yurdu sarmıştır. Fakat o gözbebeklerin sönmesiyle, o cevherin zerresi kaybolmadı.

Yabancıların Gördüğü Atatürk

Macar gazetecilerinden Peşti Hirlap O'nun vefatıyla ilgili şunları söylüyordu ; 'O, ezilmiş ve yıkılmış bir milletten bilinçli bir millet, istila görmüş bir memleketten bağımsız bir hükümet ve köhne Osmanlı İmparatorluğu'ndan genç bir medeniyet yaratmıştır. Dünya, bu savaş ve barış kahramanı büyük adamın ölümü ile fakir düşmüştür. İktidarı, azmi ve bahadırlığı ile aman bilmeyen galiplerin işgale kalkıştıkları pranga siyasetini ilk kıran O olmuştur'.
London Times gazetesinin haberi ise şöyleydi ; 'Kemal Atatürk'ün, yeni Türkiye'nin kurucusu ve yapıcısı olan o meşhur Mustafa Kemal Paşa'nın şahsında büyük asker, büyük devlet adamı ve büyük şef ölmüştür. 1919'dan beri Türkiye'nin tarihi O'nun hayatının tarihi oldu. Cesareti ve vatanperverliği O'nu ümitsiz görünen bir teşebbüsün başına, küçük, bitkin ve muzaffer müttefiklerin kahir istekleri önünde bütünlüğünü kaybetmiş bir milletin mukavemetinin başına koydu. Onun ruh kuvveti ve azim ve iradesi, kim olursa olsun, diğer herhangi bir şefi sarsabilecek olan zorlukları yenmesine yardım etti. Onun daha evvel Gelibolu yarımadasındaki destansı mücadelede İngiliz müstevlilere karşı talihi tersine çevirmiş olan askeri dehası, nihayet kendi davasına tam ve parlak bir zafer temin etti. Bahtiyar ve galip asker adamı, cüretli ve cesaretli fakat aynı zamanda ihtiyatlı ve basiretli bir devlet adamı ve ihtilalci oldu. Ekseriya hasta adamın ölümü için ayin yapmış olan Avrupa otoritelerini mahcup etti. Bunlar, milletinin harekete geçmek ve devleti tekrar canlandırmak için sadece şefin sihirli çubuğu ile teması bekleyen gizli kuvvetlere malik olduğunu unutuyorlardı'.
Atatürk, büyük eserleriyle yalnız kendisini değil, Türkiye'yi de uluslararası dünyaya saygıyla anılan bir millet olarak tanıttı. Dünya basını, hiçbir devlet adamı için bu derece saygılı ve övgülerle dolu bir dil kullanmamıştır.
19 Mayıs 1919 da Anadolu toprağına çıkan bir Türk çocuğu, bir gök nidasıyla millete seslendi. Bu ses, ilahi bir teselli gibi içine dolduğu gönüllerin yarasını hemen iyileştiriyor ve kalpleri umutla dolduruyordu. O yüksek karakter, suskunlukları durdurup faziletleri çamurdan çıkardı. Türk milleti O'na uyduğu günden başlayarak, sonuna kadar zaman denilen kıskanç mefhuma asla itibar etmedi. O 'Deha'nın emirleri şimşek gibi çakıyor ve bu millet onları yıldırım hızıyla yapıyordu. Ondaki ne ilahi kudret ve ne de anlaşılmaz cazibe idi. Bir bakışta dize getiriyor, alınları göklere değdiriyordu.
Bu büyük millet O'nun işaretiyle akın akın ölümün kenarına dizildiği zaman ne kadar insanlaştıklarını ve ölümsüzleştiklerini anlıyor, o kutlu son için, yaşamanın büyük zevkini tadıyordu. İşte onun içindir ki Mustafa Kemal'in savaş idaresinde ve düşmana saldırışında görülen muhteşem inanç ve taktikler, hiçbir devrin tarihinde bulunamayacaktır.
Cumhuriyetin yapıcısı Mustafa Kemal kendi enerjisini öyle bir yöntemle Türk milletine aktardı ki, toprağın bağrını tırnaklarıyla yararak yolları aştık ve demirleri sündürerek raylar döşedik. Yurdumuza refah ve huzur o kadar hızla aktı, o kadar bereketle doldu ki, yoktan var etmenin Türkiye Cumhuriyeti'nde tecelli eden bu sırrına kimsenin aklı ermedi.
Cumhuriyetin onuncu yıldönümünde, Türk milletine, yüreğinin içinden geçen bir ordu gösterdi. Bu vakur, bu şerefli ve asil ordunun ufku saran ucundan ümit ve geleceği gördük. Altın saçları altından iliklerimize kadar nüfuz edebilen sonsuz gökyüzüne artık bakabilecek kadar yükselmiş bulunuyorduk ve anladık. Bu, bin yılda bir doğan güneş ; Atatürk'tü. Milletin dehası, milletin iradesi ve Türk milletinin mücessem (cesetlenmiş) ruhu idi.
10 Kasım 1938 Perşembe günü saat dokuzu beş geçeden beri Türk yurdundan, her tarafından göklere doğru kabaran bir hıçkırık haykırıyordu ; Atatürk ölür mü?
Okulların kapısını yararak sokağa taşan öğrenciler çığlıktan bir sel gibi evlerine kadar uzanacağı ateşli alınlarını analarının bağrına dayayarak bağırıyorlardı ; Atatürk ölür mü?
Kadınlar, Erkekler, Atatürk'ün resmini taşıyan gazeteleri bağırlarına bastırıp inliyorlar; Atatürk ölür mü?
Gençlik onun heykeli etrafında toplanıp yolunu bırakmayacağına yemin ederken evrene soruyorlar ; Atatürk ölür mü?
Atatürk ölür mü? Elbette ki ölmez! Atatürk ruhumuzdu. O tekrar gövdemize sindi. Artık her Türk, bir Atatürk'tü….

Bir Anı

Yıl 1938. Günlerden 10 Kasım. İstanbul Üniversitesi'nde bir Alman Profesör var. 10 Kasım günü yürekleri burkan acı heberi O da duyar. Derse gireyim mi, girmeyeyim mi diye kararsızlık içinde kalır. O sırada aklına rektöre başvurmak gelir. Rektöre giderek ; Efendim kararsızım. Acaba ne yapsam der. Rektör kendisine ; Sizde böyle büyük bir insan öldüğünde ne yaparlarsa onu yapın der. Alman Profesörün cevabı şöyledir ; ' Bizde hiç bu kadar büyük bir adam ölmedi ki!!!'
Atam Rahat Uyu, Mekanın Cennet Olsun.

NE MUTLU TÜRK'ÜM DİYENE !