Bu adaletsiz hayatı anlamak için önce ilişkilere bakmak gerekiyordu… Hayatın özü bu ilişkilerdeki gizli veya açık işlenen cinayetlerde saklıydı… Faşizm önce iki insan arasındaki ilişkilerde başlıyordu… Buradan yayılıp sınırları geçiyor, ülkelerin ve devletlerin arasındaki ilişkileri etkiliyor ve bu sevgisizliğin koyu dumanı altında insanlar silahlarını kuşanıp, birbirlerini yok etmek için en uygun zamanı ve durumu kolluyorlardı… Bu yüzden insanlığın o uzun kışı hiç bitmiyordu… Sevgi ve aşk adına birbirine kıyan insanlar çoğaldıkça onların nefeslerinden yayılan acımasızlık buharı yaşadığımız bu büyük soğumayı kalplerden iklimlere taşıyordu…

Çünkü herkes bir Tanrı kadar yalnızdı günümüzde. Vermeden almak Tanrı'ya mahsustur, denir. Çoğu kimse artık kendisinden bir şey vermeden almayı deniyor ve sadece kendisini yaşamak istiyordu… Yalnızlığını kim giderirse onunla oluyor, onun yaşattıklarıyla kısa bir süre kendisini iyi ve değerli hissediyordu. Ama yalnızlığı çok derin ve çok hastalıklı olduğu için onun tek kişinin varlığıyla doldurulamayacağını anlıyor, o kişiyi elinde tutarak yeni insanları hayatına alıyor ve sonunda kendisini, iyi ve değerli hissetmek için çıktığı bu yolda, yolunu iyiden iyiye kaybediyordu. Kendi yalnızlığıyla hayatına aldığı insanların yalnızlıkları birbirine karışıyor, kendilerini iyi ve değerli hissetmek için bir araya gelen ve hem kurban hem de cellat olan bu insanlar hiç ummadıkları bir anda derin bir çukurun içinde buluşuyor ve buluştukları bu yerde birbirlerine kendilerini daha kötü ve değersiz hissettiklerini anlatıyordu…

Ne acı ki bütün bu öyküler az çok birbirine benziyordu… Bu öykülerdeki en benzer yan insanların birbirine duydukları o derin güvensizlikti… Hayatta ezilmemek için ezmek gerektiğini nasıl öğrenmişlerse ilişkilerinde de aynı şekilde davranıyor, ezilmemek için ezmeyi deniyorlardı… Ama insanların gücü ve olanakları sürekli değiştiği için bir ilişkide ezen olan, bir başka ilişkide ezilen oluyor, karşılaşmalar daha önceki ilişkilerde açılan yaraların o kanlı gölgesinde başlıyor, herkes kendi yarasını gizleyerek karşısındakinin yarasını görmeye çalışıyor, bir eliyle onu okşarken öbür eliyle bıçağı ne zaman ve nerede saplayacağını düşünüyor, eğer bir an boş bulunup bıçaklanırsa yarasını kapatabilecek birini garanti altına aldığında harekete geçiyor ve sahip olduğu gücün bütün olanaklarını kullanarak bu kanlı oyunu küçük hasarlarla atlatıp, yeni bir kanlı oyuna başlamayı hayal ediyordu…

Cinayetin işlendiği yere gelenler, gözlerini gökyüzünün boşluğuna çevirmiş ve oraya küskün bir parıltıyla bakan masumiyeti görüyorlar sadece… Çoktan ölmüş, ama yine de yaşıyormuş sanılarak tekrar tekrar öldürülmüş olan masumiyeti…

Artık insanların çoğunun elinden gelen tek şey buydu ne yazık ki… Boşuna buluşmuyorlardı o derin çukurda… Boşuna geceler boyu birbirlerine kendilerini ne kadar kötü ve değersiz hissettiklerini anlatmıyorlardı… Ve birbirlerine neler yaşattıklarını içten içe bildikleri halde, boşuna kendilerini haklı bulmaya çalışmıyorlar, kızgın bir boğanın arenayı terk etmesi gibi, aynı kanlı oyunu tekrar oynamaktan hiçbir zaman vazgeçmiyorlardı…