'Benim sevgili arkadaşım Rıfat Efendi Hazretlerine;
Karşılıklı duygularımız devletimizi daha da kuvvetlendirecektir.
Seni ne kadar sevdiğimi senden bahsederken beni dinleyenler anlamışlardır. Sana söyleyeceklerdir.' 9 Ağustos 1930 (ATABE, c.23, s.338.)
Mustafa Kemal Atatürk, yukarıdaki başlık ile içten cümleler kullandığı mektupları sadece uzun yıllar beraber çalıştığı bazı silah arkadaşlarına yazardı. Ancak bu samimiyet düzeyinde mektup yazdığı 'asker olmayan' bir kişi daha vardı. Bu kişi, Milli Mücadelenin ilk yıllarında Ankara Müftüsü daha sonra da ilk Diyanet İşleri Başkanı olan Rıfat Hoca'ydı.
Rıfat Hoca (Börekçi), vefat ettiği 1941 yılına kadar 17 yıl Diyanet İşleri Başkanlığı yapmış, Gazi Paşa ile aralarında saygıya ve sevgiye dayanan derin bir dostluk oluşmuştu.

KEFEN PARASINI BİLE VERDİ...
27 Aralık 1919 günü Ankara'ya gelen Mustafa Kemal Paşa ve beraberindeki heyeti karşılayanların başında Rıfat Hoca vardı.
Rıfat Börekçi, Ankara Müftüsü sıfatıyla, Kurtuluş Savaşı'na ve Mustafa Kemal Paşa'ya maddi, manevi çok önemli desteklerde bulunmuştur.
Rıfat Hoca, Milli Mücadele'nin başlarında, Mustafa Kemal ve arkadaşlarının 'ölüm fermanı' olan İstanbul'daki Şeyhülislam Dürrizade'nin fetvasına karşı çok sayıda Müftü ile birlikte 'Ankara Fetvası'nı ilan eden vatansever bir din adamıdır.

ATATÜRK'ÜN CENAZE NAMAZI VE RIFAT HOCA...
Atatürk'ün vefatının hemen ardından, cenaze töreni için hazırlıklar başlamıştı.
Dönemin yöneticilerinde cenaze namazının camide kılınmasının izdiham nedeniyle mümkün olamayacağı görüşü hakim olmuş ve cenaze namazının Dolmabahçe Sarayı'nda kılınmasına karar verilmişti.
Bazı kişiler ise cenaze namazının mutlaka camide kılınması için ısrar ediyorlardı.
Atatürk'ün cenazesinin bir camiye götürülmesinin dini açıdan şart olup olmadığı İlahiyat Fakültesi Ordinaryüs Profesörü Şerafeddin Yaltkaya'ya soruldu.
Yaltkaya; 'Böyle bir dini zorunluluk olmadığını fakat bir kere de Diyanet İşleri Başkanı Rıfat Börekçi'den sorulmasını' istedi
Rıfat Hoca'nın, Yaltkaya'nın düşüncesini çok doğru bulduğunu söylerken yaptığı açıklama ise bazıları için 'bu gün bile' tam bir ders niteliğindeydi:
'O'nun cenaze namazı, tertemiz bir hale getirdiği bütün vatanda,
bu farizanın yerine getirilebileceği her yerde kılınabilir.'

'YUNAN GALİP GELSEYDİ..(!)'
Bir yandan Rıfat Börekçi'nin bu anlamlı açıklamasını anımsarken bir yandan da Kurtuluş Savaşı'nda 'keşke Yunan galip gelseydi..' diyebilen 'Fesli Kadir'i', '10 Kasım' öncesi resmi kıyafeti ile ziyaret eden Diyanet İşler Başkanı Ali Erbaş'a bakıyor ve düşünüyorum;
Kurtuluş Savaşı öncesinde, Batı Anadolu ve Trakya Yunanistan'a, Akdeniz Bölgesi İtalya'ya, Güneydoğu Anadolu Fransa ve İngiltere'ye bırakılmıştı. Doğu Anadolu'da bir Ermeni devleti kurulacak, Doğu Karadeniz'de Pontus Rum devleti yeniden canlandırılacaktı.
Eğer Gazi Mustafa Kemal Atatürk önderliğindeki Kurtuluş Savaşı'nı kazanmasaydık; işgal edilen Anadolu topraklarında, Diyanet İşleri Başkanlarına cübbe ve sarıklarını giydirirler miydi?
Daha da önemlisi; ' Cenaze namazlarımızı kılabileceğimiz tertemiz bir vatan ' bulabilir miydik ?