Bir çocuk, elinde plastik bir topla, güneşin etkisinin azalmasıyla sokağa çıkar. İlk başlarda ortalıkta hiç kimse yoktur, kendi kendine top sektirir, duvarlarla paslaşır. Biraz sonra topun sesini duyup, dışarı çıkma vakti geldiğini anlayanlar çocuğun etrafında toplanmaya başlar. Üç kişi olduklarında '9 aylık' oynamak için minimum sayıya ulaşılmıştır. '12'den düşürmeç' de oynanabilir. 'Beşikten geçirmek' 5 sayıdır, herkes bunu dener ama becerebilen azdır. Sonra çocukların sayısı yavaştan artar. Sokağın iki ucuna taştan kaleler yapılır. 'Aldım verdim' yapılır ve takımlar seçilir. Eğer topun sahibi çocuk birini sevmiyorsa 'top benim oynatmıyorum' der. O çocuk kenarda bekler. Kurallar baştan belirlenir. 'Minyatür kale'de 'bel üstü aut' olur, 'üç korner bir penaltı' yapar, 'burun vurmak' ve 'abanmak' yasaktır. Yine de kuralları abartmamak lazımdır. Kuralları uygulamada çok ısrarcı olana 'istersen ofsayt da olsun' diye kızılır. Oyun sırasında içlerindeki havalı çocuklar 'çalım atar', daha da iyileri abartıp herkesi 'çalıma dizer'. Kale biraz büyükse 'topu doksana takma' şansı vardır ama böyle bir vuruş risklidir. 'Direk üstü' diye tartışma çıkabilir, bu durumda takım arkadaşlarına dikkat etmek gerekir, 'adamın gol değil diyor' durumunda gol geçersiz sayılır.
Çocuklar terli terli su içip, akşam ezanında evlerine dönerler. Akşam yemekte dinleyen olursa attıkları bir golü anlatırlar. Gece, sokağın verdiği yorgunlukla uykuya dalarken, sokakta koydukları kuralların, kullandıkları kelimelerin bütün bir ülke futbolunun temelini oluşturduğundan habersizlerdir.'
Britanyalı yazar Simon Kuper'in futboldaki her şeyi özetlediği efsane sözüyle 'Futbol asla sadece futbol değildir'. Sosyal medyada yer bulan yukarıdaki hikayenin içinde de olduğu biçimde gerçekten de bazen bir insanın bazen bir şehrin bazen de bir ülkenin ruhunu kimliğini oluşturmuştur futbol.
İşte o nedenle futbol asla sadece futbol değildir. Bizlerde futbolu belki de o nedenle bu kadar çok seviyor bu kadar bağlanıyoruz. Farklı semtlerde büyümüş farklı siyasi görüşlere evrilmiş farklı inançlara farklı ırklara sahip olmuş olsak da hepimizin bir mahalle maçı yok mudur? Hepimizin öbür mahalle maçımız yok mudur? Ve hepimizin hayatına nüfus eden zaman zaman ailelerimizden bile öne çıkan bir takımımız bir Eskişehirspor'umuz yok mudur?
Özellikle Hoşçan döneminde yapılan inanılmaz hatalı transfer politikaları, o dönemde bırakın süper ligi 2. - 3. Ligde forma giyemeyecek kadar yeteneğe sahip olmayan futbolcuları alarak adeta bilerek yapılan yanlışlar, hatalı hoca seçimleri ve onlara aktarılan paralar!.. Sıradan bir futbol seyircisinin bile teşhis koyacağı yanlış politikalar. Ve sonuç Eskişehirspor neredeyse ligden çekilecek tarihe karışacak. Elbette bu sadece bir futbol takımı olarak Eskişehirspor'un düştüğü bir durum değil. Ve bu hale gelen bu hale düşen sadece bir futbol takımı değil. Eskişehirspor'u seven taraftarı düşüyor. Bir şehrin toplumsal tarafı düşüyor, sosyal tarafı düşüyor, ekonomik tarafı düşüyor. Futboldaki hayallerimiz, umutlarımız, sevinçlerimiz, hayal kırıklıklarımız hep birlikte düşüyor çocukluğumuz, gençliğimiz bu hallere düşüyor ve hep birlikte boynumuz bükülüyor. Eskişehirspor kulüp yönetiminden bihaber beceriksiz ve basiretsizler sayesinde uçurumun kenarına getirilip bırakıldı.
Her şeye rağmen herkese rağmen ortak değerimiz olan ve bizi mutlu eden tutkuyla bağlı olduğumuz bir takımımız ve bir de gol sevincimiz var. Hoyrat ilkeler, kötü kullanıma elverişli düşünceler stadyumlara bu kadar acımasızca girmese, insanların tutkuyla bağlı oldukları formalarının içinde yer bulmasa. O formalar farklı siyasi eğilimlere, inançlara, ırklara sahip insanların ortak değerleri olmaya devam etse Eskişehirspor el birliği ile bu durumdan kurtarılıp düzlüğe çıkarılsa çok mu fazla şey istemiş oluruz?