İspanya Kralı Felipe'nin eşi Kraliçe Letizia ile annesi Kraliçe Sofia'nın dünya medyası, haber ajansları önündeki gülümsemeli, neşeli tartışmalarını ana haber bültenlerinde çok mühim bir haber olarak…
'Gelin kaynana kavgası' adı altında izledik.
Eşek gözlü güzel sunucu kızlar, haberi sunarken, haberle ilgili yorumda bile bulundu müsaade edildiği kadarıyla.
'Ezelden beri var olan gelin kaynana kavgasını getireceğiz şimdi ekranlarımıza.'
Hadi bakalım!

***

Bilmiyorum!
Şu yazılar yüzünden insanın kafası öyle karışıyor ki bazen.
'Bize ne ulan İspanya kraliyet ailesinden!' demek varken…

***

Gelin kaynana kavgası görmemiş dünya medyası!
Ama tabi, sıradan insanın kavgası ilgilendirmez ne dünya medyasını…
Ne de insanlığı.
Ne diyordu yer sofrasına; peynirin, zeytinin bir de kuru ekmeğin başına oturmuş köylü vatandaş?
'Çekme oğlum, kimse beğenmez bizi!'
Çocuk babasının fotoğrafını çekip sosyal medya hesabında paylaşacak, beğensin diye insanlar.
Vallahi ne diyeyim… Gariban bağıra bağıra ölse kimsenin haberi olmaz.
Ama üst tabakadan biri o.ursa haber olur.

***

Bize ne ulan İspanya kraliyet ailesinin ne halt yediği!
Kraliçeler keyiften ne yapacaklarını şaşırmışlarsa bize ne!

***

Yıllar önce bir komşumuz vardı. Ahmet Muhip Dıranas'ın 'Fahriye Abla'sı gibi değil tabi.
'Ne güzel komşumuzdun sen…' diyemeyeceğim yani.
Öyle ak pak gerdanlı, açık saçık şarkılar söyleyen bir komşumuz da olmadı hiç.
Varsın olmasın. Ne yapalım.

***

Çok gençtik o zaman.
'Geçmiş zaman olur ki hayali cihana değer,' derler. Her şeye, bütün zorluklara rağmen öyle…

***

Sokağın karşısında oturuyordu komşumuz. Kulağı az duyuyordu. Gözlerinden biri hafif kapalıydı.
Bir kırk bir kırk beş boylarında, boyu enine denk; piknik tüpü gibi bir kadıncağızdı.
Kaynanaydı. Kraliçe Sofia gibi yani.

***

Kulağı az duyduğu için mi, gözlerinden birinin gözkapağı düşük olduğu için mi, aklından zoru olduğu için mi, yoksa bizi çocuk gördüğü için mi bilmiyorum; gece demez gündüz demez bize gelirdi.
'Sultan yüz verme şu kadına,' diyordum.
Gelinini aşağılamasına dayanamıyordum.
'Bırak gelsin; bunalmasa, darda kalmasa gecenin bir yarısı çıkıp gelir mi hiç,' diyordu Sultan.
Sultan yufka yüreklidir. Merhametlidir. İnsancıldır.
Benim gibi dipsiz, karanlık bir kuyu değildir.

***

Gecenin bir yarısı yahut da sabahın köründe, aklına ne zaman eserse gelip kapının zilini yangın alarmı gibi çalıyordu.
Salona, hep aynı koltuğun hep aynı yerine oturup başlıyordu.
Kulağı az duyduğu için de bağıra bağıra konuşurdu.
'Sultan, biliyor musun Ahmet'in karı ne dedi bana?'
'Yahu nereden bilsin Sultan!'
Ahmet'in karı bana şunu dedi, ben Ahmet'in karıya bunu dedim!...
Cahildi mahildi ama kafası zehir gibiydi. Gelininden hep 'Ahmet'in karı' diye söz ediyordu.
Yani gelininin adı yoktu. Bir varlığı da yoktu gelininin yeryüzünde, hayatta.

***

El kol hareketleriyle… Arada bir sıçrayıp ayağa kalkarak… Ellerini dizlerine vurarak…
Karşısında 'Ahmet'in karı' varmış gibi bağıra çağıra saatlerce devam ediyordu gelin kaynana kavgasına, gelininin yokluğunda.
Cinnet getirecek, kalp krizi geçirecek diye korkardık biz, hayat karşısındaki tecrübesizliğimizden.
Sultan arada bir kalkıp tansiyonunu ölçerdi.

***

Ne vardı ki bu kadar kıyameti koparacak.
Oysa gelini de kendisi gibi kadındı ve kendisi de 'gelin' olmuştu bir zamanlar.
Fakat işte…
Garibanlık bir taraftan, cahillik bir taraftan, kaderin cilvesi bir taraftan…