Geçtiğimiz günlerde Tepebaşı Belediyesi'nin gerçekleştirdiği '3. Geleneksel Küçükbaş Çoban Festivali'ne şehir dışında olmam nedeniyle katılamadım. Onlarla birlikte olmayı, doğaya, ülke ekonomisine yaptıkları katkı nedeniyle kutlamayı ve daha neler yapabileceklerini tartışmayı isterdim.
Festival davetini aldığımda bir an geçmişe döndüm, gözümün önüne ucu bucağı görünmeyen ekinlerle kaplı Orta Anadolu Bölgesi tahıl tarlaları ve nadas tarlalarda yavaş yavaş hareket eden koyun sürüleri geldi. Aklıma çiftçilerin kendilerine ayrıcalık tanır gibi söyledikleri bir deyiş geldi: 'Buğdayla Koyun Gerisi Oyun.' Bu deyişi Orta Anadolu Bozkırlarında kuru koşullarda başta buğday olmak üzere serin iklim tahılları yetiştiren ve etinden, sütünden, yününden, derisinden yararlandıkları koyunu besleyen üreticiler çok kullanırlardı. Onların büyük çoğunluğu, yaşadıkları çevrenin koşullarına ve kendi olanaklarına, özellikle sert kışlara, sıcak-kurak yazlara, sık görülen bahar kuraklıklarına az buçuk dayanma gösteren tahıl ürünleri ile, yarım yamalak meralarda, ot var demeye bin şahit isteyen otlaklarda ot arayarak ve en çok da nadasa bırakılan tarlalarda gezerek, anızlarla ve anız içinde biten halaza ve otlarla beslenebilen koyunlar sayesinde yaşamlarını sürdürebiliyorlardı.
Türkiye hızlı artan nüfusunu besleyecek ve bu nedenle yapılacak olası ithalatları önleyecek kadar gıda maddesinin üretimini sağlamaya çalışırken önceliği, kişi başına en çok tükettiğimiz gıda maddesi ekmek ile diğer un mamullerinin ham maddesi olan buğdayın rekoltesini yükseltmeye vermiştir. Bu amaçla yapılan bir dizi çalışma arasında, nadasa bırakılan tarlalarda toprak rutubetini muhafaza ederek bunun ekim yılında yarayışlı olmasını ve verimi yükseltmesini sağlayacak toprak işleme yöntemleri de bulunmaktaydı, ancak nadas yılında yapılan toprak işlemeleri anızı, halaza ve otları toprak içine almakta ve adeta koyunların beslenebilecekleri bir şey bırakmamaktaydı. Nadastaki tarlalarda gezen koyunlar sadece anız artıkları ve kendi gelen otlarla beslenmiyordu, bunların yanı sıra hasat sırasında dökülmüş buğday (veya diğer tahılların) tanelerini de yiyerek daha yağlı süt veriyorlardı. Sahip olduğu koyun sayısı ne olursa olsun bütün koyun sahipleri önceleri bu tür toprak işlemelere yanaşmadılar, hatta karşı çıktılar.
O zamanlar belki fazla dikkati çekmemekle birlikte yüksek biçilen anızlarda beslenen koyunlar buralardan her geçişlerinde otlamalarının yanı sıra anız artıklarının bir kısmını kırarak, parçalayarak toprak yüzünü bir nebze olsun örtmekte, adeta bir malç tabakası ile kaplayıp güneş ışınlarından toprağın bir kısmını koruyup buharlaşmayı önlüyordu. Bundan çok daha faydalı olarak da dışkısını ve idrarını gezdiği alanlara bırakıyordu. Bu yolla yıllarca topraklarımıza çok ciddi oranda organik madde katkısı yapmışlardı. O zamanlarda yetiştirilen ürünlerin veya bu ürünlerden elde edilen mamullerin kokusunu, tadını bilenler, arayanlar bunları bulamadıkları için kabahati hep ya üretilen çeşitlere ve/veya kimyasal gübrelere yüklemektedir.
Halbuki bunun önde gelen nedenleri arasında belki de en başta geleni, topraklarımızın çoğunda neredeyse hiç yok diyebileceğimiz seviyelere düşmüş olan organik madde düzeyidir. Toprağın kanı olarak nitelendirdiğim organik madde sadece ürünlerin tadını, kokusunu değil, ürün verimini ve bitkilerin olumsuz koşullara direncini de artıran bir fonksiyona sahiptir. Farklı meslek gruplarından oldukları halde toprak, gıda, beslenme konularında yorum yapmakta olan bazı kişiler popülist ifadelerle (belki de sadece cehaletten) topraklarımızın çok üstün özellikleri olduğunu ifade ederek yanıltıcı olmaktadırlar. Topraklarımıza gerektiği kadar ihtimam göstermemekteyiz, bugün birçok yerde aslında sahip oldukları verim gücünün, kalitenin, sağlığın çok gerisinde kalmış durumdadırlar.
Arazide dolaşan koyun sürülerinin önemini çeşitli köşe yazılarımda ve yazarlarından biri olduğum 'Orta Anadolu'da Kışlık Tahıl Tarımı' kitabında açıklamış, artık sıkça bu sürüleri görememekten duyduğum üzüntüyü ifade etmiştim. Son birkaç yıldır bu sürü sayılarında bir kıpırdanış görmekten sevinç duymaktayım. Burada sadece koyundan bahsetmeme karşın , keçi varlığının önemini de iyi bilen birisiyim. Bunları üreten, besleyen, onlarla birlikte yaşayanlara, onları sevk ve idare etme becerisine sahip olanlara, bize bu insanları ve yapmakta olduklarını unutturmayanlara teşekkürler.