Geçen hafta içerinde Cumhuriyet Halk Partisi şimdiye kadar çoktan yapması gereken ama nedendir bilinmez yapmadığı yapamadığı faaliyetlerden birini Ankara'da gerçekleştirdi. Milyonlarca çalışanı ve ailelerini ilgilendiren Kıdem Tazminatı Çalıştayı zamanlama olarak da çok doğru idi. Son yıllarda varlıkları ve yoklukları maalesef belli olmayan üç işçi konfederasyonu da en azından bu çalıştay sayesinde bir araya gelmiş oldu. Çalıştayın eleştirilecek yönleri olmakla birlikte yapılan sunum ve bildirilerin doyurucu olduklarını belirtmekte yarar var. Hem kıdem tazminatı kararı hem de son günlerde Türk İş ile hükümet arasında devam eden kamuda çalışanların zam oranlarını belirleyecek görüşmeler öncesinde gerçekleşen bu kurultayda can alıcı sunum Prof. Dr. Korkut Boratav'dan geldi. Çalışma hayatının aktörlerinin tamamının kendisine ders çıkarması gereken sunumun özetini sizlerle paylaşıyorum;
  • 2002 yılı sonrasında ücretlerin milli gelirdeki payı düştü.
  • Çiftçilerin eline geçenle ana girdi fiyatlarındaki makas da çiftçiler aleyhine açıldı. Buğday, ayçiçeği, pamuk fiyatlarını gübre ve mazot fiyatları ile karşılaştırdığımızda sonuç böyle. Ana bozulma 2003-2007'de oldu.
  • Özel ve kamusal tüketimin milli gelirdeki payı 2002-2014 arasında yüzde 81'den yüzde 86'ya tırmandı.
  • Bu model, AKP'nin seçim başarılarını besleyen ana çerçeveyi de ortaya koyuyor. Sabit fiyatlarla işçi başına düşen ücretler ve çiftçi gelirleri, 2003'ü izleyen on yıllık dönemde yüzde 1.4 ve 2.1 oranlarında büyüdü. Ancak bu tempo, kişi başına milli gelir artış oranlarının yani yüzde 2.9'un gerisinde.
  • Kişi başına tüketim artışı, işçi ve çiftçi gelir artışlarının çok üzerinde.
  • Özel tüketim açısından tüketime dönük kredilerin milli gelirdeki yüzde 2'den yüzde 20'ye yükselmesi belirleyici oldu. Halk sınıflarının algılaması açısından, borçlanarak tüketimin artışı, iktidarın sağladığı bir nimettir. Ne var ki, dönemin sonuna yaklaştıkça emekçi sınıflarının borçları, tüm varlıklarını aşmaya başladı. Bu 'borç tuzağı' ise, bireyin (borçlunun) kusuru olarak görülür.
  • Sosyal harcamalarda gerçekleşen tüm artışlar, vergiyle karşılandı. Türkiye vergi sisteminin ana gövdesi bordrolardan ve tüketimden toplanan vergilerden oluşuyor. Bu iki kategorinin kamu gelirleri ve milli gelirdeki payı, AKP'li yıllarda arttı.
  • Böylece, sosyal harcamalardaki artış, ücretliler ve tüketiciler üzerindeki vergiler yükseltilerek gerçekleşti.
  • Bunların 'karşılığı, maliyeti' ise yoktur. Zira, Türkiye'nin tipik emekçisi, kendisini 'vergi mükellefi' olarak görmez. Ömrü boyunca gelir vergisi beyannamesi vermemiştir. Bordoların ödediği vergi yükünü bilemez. Tüketim harcamalarındaki ÖTV, KDV artışları da vergi yükü olarak değil, 'artan pahalılık' olarak algılanır.
  • Halk sınıflarının bölüşüm ilişkilerine algılama bozuklukları, AKP'nin seçim başarılarına katkı yaptı. Bu bozuklukları düzeltmek, sınıfsal muhalefet platformları siyasette öne çıkarsa mümkündür. Bu tür bir muhalefet, sınıfsal karşıtlar üzerinde oluşur. Halk sınıflarının borç tuzağının kaynağındaki spekülatif finans kapital ve vergi ödemeyen burjuvazi hedeflenmeden sosyal muhalefet yapılamaz.