Ülkemiz her anlamda krizler ülkesi haline geldi; siyaset, ekonomi, spor! Düşünün tarımda her şeyi üretebilen bir ülke iken, gerek izlenen yanlış ekonomi politikaları gerekse ithalata ve tüketime dayalı ayakta durmaya çalışan bir ekonominin getirdiği dışa bağımlılığın nedeniyle döviz kurundaki artış, ülkemizde yeni bir ekonomik krizin doğmasına neden oldu. Yılbaşında 3,776 civarında olan dolar kuru, bu gün yaklaşık 6,000 olarak %60'a yakın artış göstermiştir.
Döviz kurundaki artışın nedenleri birçok kesim tarafından tartışılmış farklı görüşler ortaya konmuştur. Krize birçok gerekçe yaratılmıştır. Evet gerçekten bu duruma gelişimize etki eden birçok farklı faktör var. Ancak bu faktörlerin en önemli ve en büyüğü 12 Eylül darbesi ile Türkiye'nin uluslararası sermayeye teslim edilmesidir. Bu öyle bir teslimiyet olmuştur ki kamu kaynakları söz konusu uluslararası sermaye gruplarına ve yandaşlara, özelleştirme adı altında peşkeş çekilmiş, kamu malı olan bacası tüten fabrikalarımız ve kaynaklarımız yok pahasına satılmış, Türkiye'nin üretime dayalı bir ekonomi politikadan uzaklaştırılıp, ithalat kapıları açılarak ithal ürün cenneti haline getirilmiştir.
Türkiye tarımda kendi kendine yeterek, fazlasını ihraç eden bir ülke iken samanı, buğdayı, ithal eden, hayvancılık için yeterinden fazla meralarımız, yaylalarımız olduğu halde, canlı hayvan ve et ithal eden bir ülke olarak ekonomimizin ithalat sebebiyle Dolar ve Euro'ya bağımlı hale getirilmesi sonucunda bugünlere geldik.
Hiçbir ülke kendi üretebildiği bir ürünü, imal edebildiği bir malı ithal etmemektedir. Tam tersine kendi imal ettikleri malı ve üretebildikleri ürünü başka ülkelerin ekonomilerine müdahale ederek, o ülkelere satmak için mücadele eder. Uluslararası sermayenin (kapitalizmin) görevi de budur. Ülke ekonomisinin geldiği bu noktada kriz tüketicinin yanmakta olduğu mutfağındaki yangını yükseltmiş, alınan önlemler uygulamaya konan tedbirler mutfaktaki bu yangını söndürmeye yetmemiştir. Yoksul tüketici gün geçtikçe daha da yoksullaşmaya başlamıştır. Tüketici kan ağlıyor, halk gittikçe yoksullaşıyor, asgari ücret ile açlık sınırı arasındaki uçurum gittikçe büyüyor, tüm bunlara rağmen kriz yok diyorsak hastalığı doğru teşhis etmemiş, tedaviyi de doğru uygulamamış oluruz.
Bilimden, üretimden yana tavır koyacak bu politikaları hayata geçirebilecek, gümrük duvarlarını yükseltebilecek, kendi üretebildiğimiz ürünler ve imal ettiğimiz malların ithalatını kapatacak, kısmen yapılacak olan ithal ürünler için ise tüketicileri bu ürünlere yöneltecek reklamlara engel koyabilecek bir siyasi irade ortaya koymak çözümün bir parçasıdır. Artık Türk siyaset hayatı birbirleri ile kavganın değil bu tür krizlerin çözüm parçası olmayı artık öğrenmelidir.