Bu yıl da Datça'ya gittik yine tatil için.
Altı yüz kilometre…
Muğla'dan sonra hayli zorlu bir yol; zaman zaman tırmanıyorsun; zaman zaman, araba ayaklarının altından akıp gidecekmiş gibi inişe geçiyorsun…
***
Sabah dört buçukta çıktık yola.
Bana kalsa...
Datça'ysa gidilecek yer, manyak şiirler şairi Can Yücel varsa işin içinde, sabahı beklemeye lüzum yok.
'Gece çıkarım ben yola, gelen gelir!' dedim ama...
Ama yine de ha diyesiye; onu da alalım, bunu da arabaya koyalım derken saat dört buçuk oldu.
***
Aile fertleri arasında, içme konusunda bir şey diyemem ama yemeye düşkün olan olmadığı için, yolda durup tıkınmak; duraklamak; durup soluklanmak, terini kurutmak; mola vermek falan yok bizde.
Yola düşüldü mü, makul bir hızda yol bitesiye gidilir.
Sağ olsun Sultan yine de ızgara köfte, börek çörek yapıyor yol için; her defasında da kendi kendine söyleniyor, boşuna uğraşmışım, yolda bir şey yenmedi, diye.
Benim de kendi icadım derin donduruculu araç içi buzdolabım var, içinde her türlü içecek mevcut!
***
Öğlen sıraları vardık Datça'ya.
'İn cin top oynuyor,' derler ya, garip bir şekilde, kimse gözükmüyordu ortalıkta. Bir an, western filmlerdeki, kasabaya at üstünde azılı bir kovboy geldiğinde herkesin kaçıp evlerine saklanmasını hatırladım.
Biz de fazla kalmadık Datça'da, alışveriş yapıp...
Sultan'ın yöresel ürünler dediği ürünleri alıp Palamutbükü'ne sürdük arabayı.
Bu yıl, Palamutbükü'nden Datça'ya doğru; sahil yolundan Akbük'e, Kurubük'e, Ovabük'e, Hayıtbükü'ne, Kızılbük'e uğrayarak gelelim istedik.
***
Palamutbükü; dağların eteğinden, ormanın içinden sahile inen yoldan değil de Datça girişindeki, feribota giden yoldan gidersen 27 km kadar Datça'ya.
Mesudiye'den giden dağ yolu da aşağı yukarı aynı uzaklıkta…
Ama dağ yolu çok da tekin, tavsiye edilen bir yol değil.
Yolu bilmiyorsan, her iki yolda da yavaş ve dikkatli gitmelisin.
Bir iki yerde yol seni şaşırtacak.
Birden, doksan dereceye yakın bir açıyla dönüp tırmanışa geçeceksin.
'Akşamları Datça'ya gidip geliriz,' dediğimde, Sultan,
'Delirdin mi! Aklını mı yitirdin sen!' dedi.
Neden öyle söyledi bilmiyorum.
***
Şimdi devam edelim yol tarifine, gezi yazılarına özgü bir üslupla.
Yanılıp da dağ yoluna girmediysen yol seni yer yer ormandan, yer yer dağların arasından geçirip Yakaköy'e götürecek.
Yakaköy'deki UKKSA'yı (Uluslararası Kinidos Kültür Sanat Akademisi) geçince yola devam edersen Kinidos'a gidersin ki gidebileceğin en uç noktadır Knidos.
Karanın bittiği nokta!...
Onun için, UKKSA'yı geçince ilk yol ayrımından sola, köyün içine girmelisin.
Yol kenarında, kapı önlerinde zeytinyağı, zeytinyağı sabunu, badem, badem yağı, kantaron yağı satarken bir taraftan da taşla badem kıran, yaşlı, en az doksan yaşında kadınlar görürsen doğru yoldasın demektir.
Dört kilometre sonra sola döndüğünde yol seni sahile götürecek.
İşte Palamutbükü bura.
***
Sahilin işletmeler, restoranlar, 'kahvaltı oda'cılar tarafından kapatılmış olması seni korkutmasın.
'Şemsiye şezlong kişi başı elli liralık yeme içme karşılığı ücretsiz,' demelerine de kanma.
Akşama yüz elli iki yüz lira verirsin en az.
Sahilden sola doğru gidersen yol kenarındaki büyük ağaçların altına kızlı erkekli kamp çadırı kurmuş gençleri göreceksin.
Orada ağaçların gölgesi, sahil, deniz, kum hava ve güneş bedava…
Denizin en güzel yeri de orası.
Her şeyi kabullenen alçakgönüllü halk da orada…
Ve biz de oradaydık.
Bütün yıl çalıştıktan sonra, her şey dahil değil, her şey kendimize ait…
Ama dağların eteğinde; kaldığımız apardın büyük bir bahçesi, ona yakın kedisi, bahçede gezinen çok sayıda tavuğu, her sabah altı otuzda bizi uyandıran bir iki horozu vardı; kendi hazırladığımız akşam yemeklerinde Can Yücel'in yarım kalan Evin şarabının ucuz şaraplara özgü kekremsi tadına vararak keyfimize göre bir tatil yaptık.