Datça'dan yazacağım bu yazıyı. Kısmetse... Ve yazıya gücümüz yeterse.
Bizim gazetenin Cesur Yürek'i Beceriklican da Ulupınar'dan yazmıştı tatil yazısını.
Yazının üstesinden, Ulupınar'ın serin sularına yorgun ayaklarını sokup iki tek attıktan sonra ancak gelebildiği anlaşılıyor.
Ha gayret usta! Gazetenin gönüllü neferleriyiz biz.

***

Datça deyince Can Yücel, Köyceğiz deyince Çetin Altan, Kuşadası deyince Muzaffer İzgü gelir aklımıza. Şehirler de, ülkeler de sanatçılarıyla yer alır insanların hafızasında.
Adrasan'a da biz göz koymuştuk içten içe. Hani olur da...
Tanrı'nın bildiğini sizden saklamaya lüzum yok, hani olur da yüz yıl sonra da okunacak yazılar yazmayı başarabilirsek, Adrasan da bizimle anılır diye gizli bir hayal taşıyorduk içimizde.
Bir hayal, Tanrılara özgü bir aşk! Bir arzu... Ama bu yıl...
'Bir daha gitmem Adrasan'a!' dedim.
'Ne oldu sana, her yıl Adrasan, Olimpos, Çıralı diye tutturuyordun?' diye sorunca Sultan...
'Rakı balık düşkünü ihtiyar delikanlıların mekanı olmuş oralar. Biz çılgın şair Can Yücel'in, yoldan çıkmış adam Otisabi'nin ve sınır tanımayan gençlerin Datça'sına gidelim bundan sonra. Bizim için en iyisi Datça,' dedim.

***

Sabaha doğru dört sıraları çıktık yola Bukowski'nin sık sık hipodrom yolunda yolda kalan külüstür arabasına benzeyen arabamızla.
Geceyle sabahın karanlığında geçtik Seyitgazi yolunun ormanından, her an önümüze orman kaçkını bir zebani çıkacak kaygısıyla. Karanlıkta, Datça'nın Domuzçukuru'ndan farksız Seyitgazi ormanı.
Afyon... İnsanlar sabahın tatlı uykusunda.
Denizli'nin keşmekeş trafiği; enteresan, seni şaşırtmaya çalışan, tünele benzeyen, beklenmedik bir anda karşına çıkan köprüleri...
Muğla... Muğla deyince Köyceğiz gelir benim aklıma. Ve yazının ustası Çetin Altan...
İki yerde karşımıza çıkıyor Köyceğiz yolunu gösteren levha.
Biri Muğla'da. Diğeri, Gökova'nın, tutup seni uçuruma savuracak gibi gözüken keskin virajlarını alarak aşağı inip de sağa döndüğünde, bir nevi, keskin virajların üstesinden gelmenin ödülü gibi gözüken, uzun ağaçların gölgesinde uzanan Datça yolunun başındaki levha.
Her iki Köyceğiz levhasında da içimde korkunç bir pişmanlık duyuyorum.
Keşke, diyorum, yazıya aşkla bağlı olan Çetin Altan hayattayken, bu levhaları görünce arabanın direksiyonunu kırsaydım Köyceğiz yoluna.
Herkesin pişmanlıkları vardır. Ve herkesin, pişmanlıklarına karşı bir savunması da vardır mutlak.
Ne diyecektim ki gitseydim?
'Ben sizin okurunuzum,' deseydim... Milyonlar onun okuruydu.
'Ben de yazı yazıyorum, ben de sizin gibi yazıya aşkla bağlıyım,' deseydim...
Söylenecek en delice söz bu olurdu. Sıradan bir yazı heveslisi olduğumu düşünürdü kesin.
Bilmiyorum nasıl karşılardı beni? Karşılar mıydı karşılamaz mıydı? Görebilir miydim göremez miydim kendisini?

***

Yıllar önce Kuşadası'na gittiğimiz bir yıl Muzaffer İzgü'ye uğramıştık. Çok gençtim o zamanlar. Çok da hevesli... Gençliğin verdiği bir heyecan, bir cesaret...
Neyle karşılaşacağımı bilmeden Muzaffer İzgü'yü aramaya başlamıştım Kuşadası'nda.
O zamanlar internet, konum atma falan değil cep telefonu bile yoktu. Ona sor buna sor...
Sonunda buldum.
Eşiyle birlikte sıcak bir karşılama... Anlattım, kendisini zor bulduğumuzu. Öyle halk adamıydı, öyle sıcakkanlıydı ki...
'Muzaffer abi diye seslenseydin sesine gelip seni bulurdum ben,' demişti.
Belki Çetin Altan da, Can Yücel de aynı sıcaklıkla karşılardı.
Öyle olmasa bile, başıma gelebilecek her şeye değerdi, onları burada ziyaret etmek.

***

Muğla... Marmaris...
Zorlu bir yetmiş kilometreden sonra Datça.
Merkeze doğru ilerlerken karşında, arabanın gaz pedalına dokunsan az biraz, kendini içinde bulacakmışsın gibi duran Hastane Altı Plajı.
Önce Can Yücel'in mekanı Eski Datça.
Sonra Kargı, Karaincir, Palamutbükü ve tekneyle Dilek Mağarası, İngilizlerin çıplaklar kampı Domuzçukuru, Haytbükü, İnceburun, Akvaryum Koyu...
Ve koylarda, her fırsatta, ekranı sık sık donan on sekiz dolarlık ucuzun ucuzu tabletle yazı yazmak aşkla, şevkle ve şehvetle.