Yağmurlar başladı. Belki arkasından kar da gelecek yılbaşına doğru.
Yağmurlar başladı, ben de yağmura yakalanıp ıslanmaya başladım.
Islanmak bir şey değil de…
Geçenlerde bir belgeselde izlemiştim; yağmurun altında, atletik yapılı bir genç, üst yanı çıplak, bir tür dans yapıyordu.
Az bilinen bir adı da vardı yaptığı dansın.
Keşke not alsaydım bir yere.
Neyse, belki yazıyı bitirmeden hatırlarım dansın adını.
***
Bildiğimiz salon dansı gibi bir dans değildi, yaptığı bu dans.
Kızılderililerin savaş dansı gibi bir şeydi.
Hırçın, öfkeli…
Bağırır gibi…
Haykırır gibi…
Çığlık atar gibi…
Dansın amacı da içindeki öfkeyi, hıncı boşaltmakmış.
Neye karşı öfke, hınç?
Hayatın zorluklarına karşı…
Genç yaşına rağmen inanılmaz bir yoksulluk içinde yaşıyordu.
Evliydi.
Genç ve güzel bir karısı ve üç çocuğu vardı.
Çocuk yaşta evlendirildikleri belli…
Fakirlik…
Ve yaşadığın ülkenin geri kalmışlığı başa beladır.
Bunun sonuçlarından kurtuluşun yoktur.
Künyene kazınmış gibidir bu.
Ölünceye kadar seninle gelir, peşini bırakmaz…
***
İşsizdi belgeseldeki genç.
İnşaat işi çıkarsa biraz para kazanabiliyordu.
Çok kötü bir evde yaşıyordu.
Yağmur yağdığında o derme çatma evi sular altında kalıyordu.
O da eşini, çocuklarını annesinin evine götürüyordu, yağmurlu havalarda.
Kendi de sel sularının içinde kalan evinin önünde adını şimdi hatırlayamadığım o dansı yapıyordu.
Hınçla, öfkeyle.
Bağırır gibi.
Çığlık atar gibi.
***
Birkaç gündür sürekli ıslanınca yağmurda, bu belgeseli hatırladım.
Islanmak bir şey değil de…
Üstümüzü çıkarıp yağan yağmurun altında dans edecek halimiz de yok.
Genç olmak lazım bunun için.
Bazen görüyorum, gençler yağmura falan aldırmadan, kızlı erkekli gruplar halinde, ıslana ıslana yürüyorlar.
Genç olmak lazım yağmurun altında ıslana ıslana yürümek için.
Genç olmak başka bir şey!
Fakat işte, ülkemizde gençliğin bir iş sahibi, bir meslek sahibi olmak peşinde pervasızca heba edilmesi ne büyük bir talihsizlik…
***
Masa başında klavyenin tuşlarını örselemek…
Yahut da boyun kırarak, saatlerce, geç saatlere kadar kitap okumak insanı daha hızlı yaşlandırıyor.
Okurken, yazarken içilen çaylar, kahveler…
Yahut da birkaç kadeh şarap…
Geceleri geç yatıp kalkmalar…
İnsanı hızla tüketiyor.
Bitiriyor.
Ya kurt gibi içini kemiren ruhun?
Sessiz çığlıkların koptuğu, depremlerin olduğu iç dünyan?
Onun için, gençler gibi yağmurda ıslana ıslana yürüyemem.
Ela gözlü, kızıl saçlı bir yar da sevemem.
Sevsem de güvenemem.
Güvenemem, onun da beni, masa başında çürümüş bir insanı sevdiğine.
***
Daha ilk yağmurlarda ıslandım.
Kim bilir daha kaç kez yağmura yakalanıp sırılsıklam ıslanmış geleceğim eve.
Genç olsam sorun değil de bunların hiçbiri…