Bir partinin genel yapısını geçmişi, kadroları, toplumla ilişkisi, parti programları belirler, belirlemelidir. Gelişmiş demokrasilerde partilerin genel yapısını belirleyen bu kriterler sınıfsal temel üzerine oturur ve sermaye emek çelişkisi karşısındaki duruşuna göre de partinin ideolojisi şekillenir. Ancak, ülkemizde bunların hiçbiri ön plana çıkmıyor. Çıkmadığı gibi de durum siyaset ilmi ile uzaktan yakından alakası olmayan bir hal alıyor. O nedenle de herhangi bir seçimde başarısız olan partiler başarısızlığın nedenlerini tartışmayı hep yanlış yerden başlatıyorlar.
Örnek mi? Alın size CHP. Referandum sonrasında parti içi tartışmalar başladı ve bir ülke klasiği olarak yine genel başkan üzerinde odaklandı bu tartışmalar. Peki ortada başarısızlık varsa bunu sadece genel başkanın değişmesi noktasına indirgemek ne kadar doğru? Değiştirdiniz diyelim ne olacak? Temel yapısını değiştirmeden çatıyı değiştirseniz elinize sağlam bir bina mı geçmiş olacak? Tabii ki hayır. CHP'de sadece başkanın değişmesi ile oyların artacağı ve yenilginin sorumlusunun o olduğunun anlatılması ile yapılmak istenilen şey parti iç muhaliflerince tabana verilmek istenen bir mesajdır başka bir şey değil. Ama aynı muhalifler şunu çok iyi biliyorlarki değiştirmek istedikleri partinin sistemi değildir. Kendi isteklerini yaptırabilecekleri, kendilerinin kontrol edeceği parti genel başkanın başa geçmesidir. Yanlış ve yürümeyen bir sistemde olsa tartışılan maalesef bu değildir. Genel Başkan giderse her şey düzelecek. Öyle mi? Aslına bakarsanız bunu yapmalarındaki amaç da bellidir.
Şöyle ki; tarihi gelişmişlik içerisinde gerek olgunlaşmış bir sermaye gerek olgunlaşmış bir emek kesimi olmadığından partileri parti yapan ana unsurlar yerine liderlerin başı çektiği bir sulta yönetimi partilerin tüm yapısını belirlemesi ülkemizin gerçeğidir. Türkiye'nin sınıfsal yapısı, hem sermaye hem de işçi sınıfları açısından çağdaş demokrasilerde gördüğümüzün çok gerisinde kalmıştır. Bu da doğrudur. Türkiye'deki siyasi partilerde başarılı olmanın tek yolu parti genel başkanına yakın olmaktan geçer. Gidip halka yakın olmanın, halkın içinde olmanın ve toplumsal mücadelede bedel ödemiş olmanın hiçbir anlamı yoktur ülkemizde. Çünkü herkes yine bilirki ilkeler ve inançlar yolunda ne olursa olsun, ne yapılırsa yapılsın Ankara'da genel başkana yakın olmak, yaklaşmak için yapılan lobiler her şeyden çok daha büyük anlam ifade eder. Dünün muhalifleri de bugünün muhalifleri de bunu çok iyi bilmektedirler. Bildikleri içinde kendilerine uzak olduğunu düşündükleri genel başkanı değiştirmek için hemen düğmeye basmaktadırlar.
Oysaki CHP tarzındaki muhalif partilerde olması gereken demokratik olmayan siyasi partiler yasasını değiştirmek için mücadele etmek, demokratik iradenin yansımasına engel olan delegelik sistemini ortadan kaldırmak, sivil toplum örgütlerini, demokratik kitle örgütlerini benimsemeyen, dikkate alan bir yapı oluşturmak ve partiye üye olmak isteyen herkesi özgürce hareket etmelerini sağlayacak ortam oluşturarak başkanlığın ayrı liderliğin ayrı şey olduğunun farkındalığını üyelerine hissettirmek olmalıdır. Çünkü sadece başkanlarını değiştirerek başarının geleceğine inanmak siyasi dar görüşlülükten başka bir şey değildir.
Demokratik bir yapıyı oluşturan bir partide elbette lider her zaman değişebilir değişmelidir de. Ancak eski tas eski hamam sadece tellak değişsin tarzı artık CHP'ye yakışmıyor. Ve CHP'lilerin unutmamaları gerekiyorki partilerine ideolojik temelde bir mantıkla bakmadan, bu biçimde kök salarak toplumu kucaklamadan bir başarıya imza atacaklarını zannetmek boş umuttan başka bir şey değildir. İster Sayın Kılıçdaroğlu gitsin başkası gelsin ister, Kılıçdaroğlu kalsın Genel Başkanlık yapmaya devam etsin. Hiçbir şey fark etmez! Hiçbir şey değişmez! Sorun Genel Başkanlık sorunu değil partinin yapısal sorunudur ve asıl değişmesi gereken de budur.