Sait Faik gelmiş geçmiş en büyük aylaktı.
Hiçbir iş yapmadı hayatı boyunca.
Yazı yazmak dışında…
Onu da ha babam de babam…
İte kaka…
Keyfi olursa…
Canı isterse…
Yaşar Nabi, Varlık dergisi için zorla hikaye alıyordu kendisinden.
***
Bütün işi aylak aylak İstanbul'un caddelerinde, sokaklarında; orasında, burasında gezmekti…
Sanat çevresine, okuyup yazan aydın çevresine de pek takılmıyordu.
En fazla, Sanat Dostları Lokali'ne takılıyordu arada…
Balıkçılarla balığa çıkmaktı ona zevk veren.
Öyle olunca da kaçınılmazdı,'Sinağrit Baba', 'Balıkçının Ölümü' hikayelerini yazması.
***
Burgazada'daki, annesiyle birlikte oturduğu evinden çıkıp İstanbul'un semtlerine iniyordu.
Sinemalar, meyhaneler, barlar…
Aşağı yukarı her gün…
Çağdaş edebiyata katkılarından dolayı, Amerika'daki Uluslararası Mark Twain Derneği'nin onur üyeliğine seçilince, Yaşar Kemal kendisiyle röportaj yapmak istiyor.
Sait Faik'i nerede bulabileceğini sorup soruşturuyor.
Sait Faik'in evden çıkıp kendini caddelere, sokaklara vurmak için yürüdüğü yolu tarif ediyorlar.
'Orada bekle, her gün şu saatte oradan yürüyerek geçip gider,' diyorlar.
Gerçekten de söyledikleri saat geldiğinde Sait Faik uzaktan gözüküyor.
Yaşar Kemal heyecanla koşup karşılıyor Sait Faik'i.
'Sait,' diyor,' 'dur, bekle beş dakika. Meşhur oldun. Büyük bir yazarsın artık. Mark Twain Derneği'nin onur üyeliğine seçildin. Biraz dur, ilk röportajı ben yapmak istiyorum seninle.'
Sait Faik, elini sallıyor;
'Boş ver!' diyor.
Yoluna devam ediyor.
İstanbul'a…
Beyoğlu'na gitmekti onun aklında olan.
Sinemaların afişlerine bakmak…
Gözü tutarsa girip güzel bir film izlemek…
Sinema çıkışı, Ermeni sevgilisi Eleni'ye kırmızı bir gül almak kırmızı etekli, kızıl saçlı bir çingene kızdan…
Sonra işte gezmek sokaklarda, caddelerde bütün gün…
Aylak aylak…
***
Kolay değil tabi günümüzde Sait Faik gibi aylak aylak gezmek.
Köpek gibi çalışmalısın her gün!
Kusura bakmayın!
Böyle yazdığım için.
Artık çoğu insan, asgari ücrete, bin altı yüz liraya çalışıyor günde on iki saat!
Tabi o işi de bulabilirse.
Yani şükredelim yine de asgari ücrete günde on iki saat çalıştığımıza!...
***
Ama Sait Faik'in mezeni vardı.
Annesiydi mezeni.
Yani Sait Faik'e kol kanat geren, ona ekonomik destek sağlayan…
Eskiden sanatçıların mezeni, ekonomik destekçileri olurmuş.
Oktay Akbal'dan öğrendim, Sanat Dostları Lokali'nde bir konuşma sırasında,
'Türkiye'de artık sanatçıları koruyan hiç mezen yok,' denince, Sait Faik,
'Var!' diye atılıyor.
'Kim var diye sorduklarında,
'Annem var!' diyor.
Babası onun aylaklığına, hiçbir işte tutunamayışına, ki zaman zaman girişimleri olmuştur yazı dışında bir işle uğraşmak yolunda ama hiçbirinde tutunamamıştır, kızsa da annesi onu öyle kabul edip öyle sevmişti.
Onun onmaz aylaklığına ses çıkarmamış, onu harçlıksız da bırakmamıştı.
Bukowski'ye de hikayelerini severek okuyan zengin bir sanat sever ayda yüz dolar veriyordu, yazmaya devam etmesi için.
Yazarlığını desteklemek için.
Bizde divan edebiyatında meşhurdur sanatçıların bu şekilde desteklenmesi.
Padişaha övgülerle dolu bir methiye sunup bir kese altın alan divan şairi çoktur.
Ama ikisi farklı şey tabi…
Divan şairleri; şiirlerini söz sanatlarına; Arapça, Farsça tamlamalara; gerçeklerle ilgisi olmayan mazmunlara boğdukları gibi bu işin de b.kunu çıkarmışlar.
İşi, padişaha yalakalık yapma düzeyine indirmişler.
Günümüze gelince…
Söyledik aslında söyleyeceğimizi de…
Korunmak, desteklenmek şöyle dursun, her türlü tehlikeye açık yazarlar.
Ve her türlü emek sömürüsüne de açıktırlar.
Yazıyla geçimini sağlayabilen, hayatını kazanabilen kaç kişi var acaba günümüzde?