Bir ramazan ayının daha sonuna gelindi. Önümüzdeki hafta da bayram…
Sonrası seyran!
Arkasından, iki ay sonra da kurban bayramı.
İki bayram arasında, bir hafta on gün deniz tatili…
Parası olan için elbette. Gücü kuvveti yerinde olan için.
Otellerin tatil tarifesinin de bu yıl ikiye katlandığı söyleniyor.
Bu şartlarda, sadece üst gelir seviyesine sahip belli bir kesim tatil yapabilecek gibi gözüküyor.
Bir de her şeyi göze alıp iki üç aylık maaşını tatile yatıracak memur kesimi…

***

Bayramdan sonra, 23 Haziran'da yenilenecek olan İstanbul yerel seçimleri nedeniyle bu yıl ramazan ayı farklı bir havada geçti.
İstanbul'da yapılacak olan Büyükşehir Belediye Başkanlığı seçimi, İstanbul dışında yaşayanları da ilgilendirir mi?
İlgilendirmez aslında ama…
Ama işte, kurcalanırken kurcalanırken tüm ülkeye yayıldı seçim; İstanbul'un yerel seçimi yerel seçim olmaktan çıktı.
Siyasi partilerin varlık yokluk mücadelesine dönüştü.
'İstanbul'a karargah kuracağız!' diyen siyasiler bile oldu.
Ülkenin en doğusundaki vatandaş da ülkenin en batısındaki bu seçime odaklandı; iftar sofrasında, önündeki, geçen yazdan kışın zor günleri için yapılıp bez torbalarda saklanmış tarhanadan yapılan çorbaya kaşık sallarken, artık mutfaklarda da başköşede yerini alan televizyon ekranından akşam haberlerinde seçim çalışmalarını izledi.
Fikir yürüttü sofrada; yargıladı; desteklediği adayının konuşmalarını alkışladı, diğer adayın konuşmalarına öfkelendi sanki seçim kendi şehrinde yapılacakmış gibi.

***

Bu yıl ramazan ayında, İstanbul'da siyasiler tarafından yüzlerce, binlerce kişiye verilen, sonrası seçim propagandasına dönüşen iftar yemekleri de dikkat çekti.
Siyasilerin kimi iftar programlarına üç bine yakın kişinin davetli olduğu söylendi.
Bu üç bin kişilik iftar programına davetli olan sokaktaki vatandaş değildi elbette.
Eski partili, yeni partili, şu anki partili, gelecekteki partili…

***

Haklarını yememek lazım siyasilerin; vatandaşa, halktan kişilere de iftar yemekleri verildi; verilmedi değil.
Sokaktaki vatandaşa değilse bile polislere…
Öğretmenlere…
Sağlık çalışanlarına…
Yargı mensuplarına…
Muhtarları da halktan kişiler olarak sayarsak, muhtarlara iftar yemekleri verildi.
Muhtar demişken…
Tavşan da niyetlenmiş muhtar olmaya.
Başvurusunu yapmış ama…
Ama hiç umudu yokmuş seçileceğine.
'Aslan, kaplan, kurt, tilki varken benim gibi sıradan bir vatandaşa kim oy verir ki,' deyip hiç ilgilenmemiş seçim öncesiyle de sonrasıyla da.
Aslanın, kaplanın, kurdun gücünden, baskısından, saldığı korkudan, tilkinin kurnazlığından bıkan orman halkı tavşanı seçmiş muhtar olarak.
Seçimden sonra kapısını çalmışlar tavşanın.
'Gel, muhtar oldun,' diye.
Alanda toplanan, kendisini alkışlayarak karşılayan orman halkına ilk konuşmasını yapmak için kürsüye çıkmış tavşan.
'Bir zamanlar ben de sizin gibi sıradan bir vatandaştım!' olmuş tavşanın konuşmasının ilk cümlesi.

***

İftara çağrılamayan sokaktaki vatandaş da unutulmadı; onların da evine iftara gitti siyasiler.
Yer sofrasına bağdaş kurup oturdular.
Hane halkıyla birlikte, yer sofrasında, kıştan kalma tarhana çorbasına, mercimekli bulgur pilavına, kaysı kurusu hoşafına kaşık salladılar.
Sağ olsunlar, biz de böylece, televizyon ekranlarında görüp kanaat getirdik siyasilerimizin ne kadar da alçakgönüllü…
Halktan insanlar olduklarına.
Bir de şunu gördük siyasilerin iftar programları sayesine:
Bir tarafta siyasilerin beyaz örtülü büyük masalarda, büyük kalabalıklara verdikleri iftariyelik, çorba, ara sıcak, ana yemek, tatlı diye devam eden iftar menülü iftar yemekleri; bir tarafta da halkın, siyasilerin alçakgönüllülükle konuk oldukları yer softaları…