Ne kadar hızlı geçiyor zaman.
Eylül, ekim derken…
Ekimin de son günlerine geldik.
Sonra kasım, aralık…
Ve bir yıl daha bitip gidecek.
Belki yeni yıla karla uyanacağız.
Eskiden olurdu böyle ara sıra.
Yılın son gecesi hafif hafif atıştırırdı kar.
Sabah kalkınca…
Oooo!
Her yer bembeyaz.
Nereden çıktı şimdi bu?
Bilmiyorum.
Her şey değişiyor.
Mevsimler de değişiyor.
Kaç kıştır doğru dürüst kar yağmıyor…
Belki bu kış…
İnsanlar da değişiyor mesela…
Değer yargıları sonra…
Değişmeyen tek şey para!
Yani güç.

***

Haldun Taner'in bir yazısını okudum yenilerde.
'Ölürse Ten Ölür Canlar Ölesi Değil' adlı kitabından okudum yazıyı.
Sait Faik üzerine yazılmış bir yazı.
Haldun Taner, yazının bir yerinde, Sait Faik'in ölümünden sonra annesi tarafından adına konan öykü ödülünden söz ediyor.
Annesinin, ekonomik olarak, Sait Faik'i hayattayken de öldükten sonra da desteklediğini yazıyor.
Ekonomik gücünü, parasını kullanarak Sait Faik'in adını yaşattığını söylüyor.
Sonra, Memduh Şevket Esendal'ın da aslında Türk öykücülüğünde önemli bir yerinin olduğunu ama…
Ama Sait Faik'in annesi gibi kendini destekleyen bir para sahibinin olmaması nedeniyle adının Sait Faik'ten sonra geldiğini yazıyor.

***

Yazarlar, sanatçılar paraya, maddiyata önem vermez diye bilinir.
Doğrudur da aslında.
Tolstoy, babadan kalma büyük bir çiftliğin sahibi…
Ama çiftlikle ilgilenmez hiçbir zaman.
Romanlarında, 'mujikler' diye hikayelerini anlattığı köylülerin çiftliği talan etmesini umursamaz...
Orhan Kemal'in babası aslında eski, hatırı sayılır bir bürokrat.
Orhan Kemal hiç ilgilenmez babasının bu gücüyle.
Bunu bir fırsat olarak görmez.
Hikayelerinin, romanlarının kahramanları gibi kendi de sefalet içinde yaşar.

***

Belki de bu nedenle; paradan puldan anlamamaları, paraya önem vermemeleri nedeniyle emeği en çok sömürülen kesimdir yazarlar, sanatçılar.
Para vererek kitap yayınlatan çoktur bizim içimizde.
Özellikle şiir kitaplarının pek çoğu böyle yayınlanır.
Şiir okuyan yok diye.
Ama işte genç, hevesli şair, oltaya takılan yem gibi, ısrarla yayınlatmak ister kitabını.
Yayınevi sahibi de, hevesini kırmaz genç şairin(!), parasını alıp yayınlayıverir kitabını.

***

Yıllar önce bana da genç bir bayan okurum gelmişti.
Şiir yazdığını, şiir kitabı yayınlatmak istediğini söylemişti.
Beni bir şey zannedip, kendisine bu konuda yardımcı olmamı istemişti.
Güler misin ağlar mısın?
Kelin ilacı olsa kendi başına sürer, demişler.
Anlattım.
Kendi kitabını kendin satın almak istiyorsan, hem de parasını peşin ödeyerek…
Sonra da onları kolilerle, yıllarca evin orasında burasında; balkonda, kilerde…
Evinin bodrumu ya da kapalı garajı varsa bodrumda, garajda saklamak istiyorsan böyle bir şey yap, dedim.
Bir daha ne yazılarımı okudu ne de arayıp sordu.

***

Sadece amatörler için mi bu böyle?
Değil.
Pek çok sanatçı için bu böyle.
Rıfat Ilgaz'a, sinemaya uyarlanan meşhur romanı 'Hababam Sınıfı' için neredeyse hiç para ödememiştir sinema sektörü.
Sayısız filmde oynayan Ali Şen'in…
Şener Şen'in babası Ali Şen'in, cebinde parası olmadığı için film setine çoğu zaman kilometrelerce yürüyerek gidip geldiğini okumuştum.
Kim bilir daha neler neler…
Her emeğin bir alıcısı satıcısı vardır; ama emek sahibi ne alıcıdır ne satıcı.
O sadece aşkla, şevkle üretir. Tıpkı, ürettiği balı yiyemeyen bal arısı gibi.