Defalarca köşe yazılarına malzeme olsa da, fıkrayı bir de benim dilimden okuyun istedim.
Ormandaki bir otlakta aslanlarla öküzler, demokratik temsiliyete dayalı eşit haklara sahip, konulan kurallar çerçevesinde yaşıyorlarmış.
Bu demokratik ortam, -ne olduysa- yalanla, dolanla bozulmuş. Aralarında çatışmalar olmuş. Yönetici aslan öküzlere şöyle seslenmiş:
'Saygıdeğer öküz kardeşler. Barış dolu bu otlakta aslanlar öküzleri, öküzler aslanları severler. Zor günlerden geçen otlağımızda birlik olmamızda yarar var. Ama içinizde şu sarı öküz var ya..! Diğerlerini tahrik ediyor… Verin şu sarı öküzü aslanlara, huzur içinde yaşayalım.'
Öküzler düşünmüş, taşınmış; 'bana dokunmayan yılan bin yaşasın' diyerek sarı öküzü vermişler. Aslanlar afiyetle yemişler.
Münazaracı kimliğiyle tanınan, hatiplikte zirve yapmış yönetici aslan, karışıklığı fırsata çevirmiş; 'dış mihrak-iç mihrak' gibi süslü cümlelerle hem aslanların, hem de öküzlerin oyunu alarak kendini 'tek lider' seçtirmiş, tüm yetkileri eline almış.
Bir süre huzur içinde yaşamışlar. Sonra bilinmeyen bir nedenle otlakta yine huzursuzluk çıkmış.
Lider aslan, karışıklık döneminde ne yaptığı tam kestirilemeyen ve kendi liderliğini zaafa uğratan öküzlere karşı bir mücadeleye başlamış. Lider aslan yine öküzlere seslenmiş:
'Bakın sarı öküzü verdiğinizde saldırılar kesilmişti. Otlağa dirlik ve düzen gelmişti. Ama şu benekli öküz var ya..! Aslanları tahrik ediyor. Verin kurtulun!'
Benekli öküzü de vermişler.
Böyle böyle, huzurlu geçen günlerin sonunda, hep huzursuzluk çıkıyormuş. Lider aslan da hamasi bir söylevle, her seferinde bir öküzü 'huzursuzluk başı' ilan ediyormuş.
Uzun kuyruklu, beyaz burunlu, tombul, kırık boynuzlu derken öküzler her seferinde azalmış, aslanlar da semirdikçe semirmiş.
En sonunda lider aslan karşılarına geçmiş ve sertçe konuşmuş:
'Ya istediğimiz öküzü verirsiniz, ya da gereği yapılacak!'
Öküzler azalan sayılarına bakarak:
'Hepimiz aynı otlaktan beslenirken, ne yaptık biz?' demişler.
Bir tanesi de bilgiç bilgiç söylenmiş:
'Sarı öküzü vermeyecektik!..'

***

Referandumun verdiği yetkiyle Cumhurbaşkanımız, partisine genel başkan olunca; partisindeki aslı çürümüşlük olan 'metal yorgunu temizliği'ne başladı. Önce yirminin üzerinde il teşkilatını, parti yönetim kadrolarını değiştirdi. Belediye başkanlarına el attı.
Benim bildiğim, belediye başkanlarını İçişleri Bakanlığı, soruşturmayla sabit görülen bir suç ya da yolsuzluk nedeniyle görevden alır, ama mutlaka yargı sürecini işletir.
İstanbul, Düzce, Niğde belediye başkanları istifa etti. Ankara, Bursa, Balıkesir belediye başkanları da 'istifa etmezlerse, gereği yapılır' tehdidiyle karşı karşıya. Şimdilik direnmeye karar vermiş görünüyorlar.
Partiler, mensupları olan belediye başkanlarının icraatlarından rahatsızsa,
'Disiplin kararıyla partiden ihraç eder.'
İstifaya zorlamak, 'Ortaya çıkması istenmeyen durumlar mı var?' şaibesini yaratmıyor mu?

***

Tam 22 yıl önce; (ilginçtir) Melih Gökçek'le birlikte katıldığı televizyon programında, moderatörle ağız dalaşına giren İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı:
'Beni buraya halkım getirdi, ancak halkım indirir.' demişti.
O günün belediye başkanı, şimdiki Cumhurbaşkanımızın önemsediği halk kim? Sık sık vurguladığı 'milli irade' kavramı, şimdi 'tekil irade' mi oldu?

***

Gün geçmiyor ki, iktidar kanadında zoraki değişim ve istifa haberleri duymayalım. Müzakere edilmeden yapılan bu parti içi oldubittilerden rahatsız olan AKP'li bakan, milletvekili ve sıradan partili vatandaş sayısının giderek arttığı söyleniyor.
Nihayet, kendi siyasi hayatlarının da tek kişinin arzusuyla sona erebileceğinin farkına varanlar oldu!
Referandumun 'Demokratik rejim mi, tek adam rejimi mi?' oylaması olduğunu anlattık durduk.
O gün için, görünürde hayırcılar; aslında hepimiz kaybettik.
Her şey sarı öküzün verilmesiyle başlamıştı;
'Evet' oyu, sarı öküzün ta kendisiydi!