Geldik yılın son iki gününe. Yarın yılbaşı. Zaman hızla geçiyor.
Bu yaşadığımız kaçıncı, yılın son günleri?
Ne olacak ki?
Kanatlanıp uçacak değilsin ya. İşte insan hayatının hepsi bu…
İnsanın ne olup ne olmadığı da bu…
Hayattaki var oluşu göz açıp kapayıncaya kadar.
Bugün bu yılın son iki günündesin, kapatıp aç gözünü; coşkuyla yahut hüzünle, kederle karşılayacağın, yeni yıl dediğin yılın son iki günündesin işte.

***

Havalar da iyiden iyiye soğudu. Kuru bir soğuk.
Gündüz iyi, öğlene doğru tepede bir güneş yükseliyor ama…
Ama akşama doğru…
Hele gece iyiden iyiye soğuyor.
E tabi kış kışlığını, puşt puştluğunu yapacak!
Fakir fukara ne yapar, nasıl ısınır?
Orası bilinmez.

***

Biz de soğuktan yararlanıp sinemaya gittik. Fırsat bu fırsat!...
Hafta içi. Sabah on otuz seansı.
Kimse yok; beş altı kişiyiz. Gişeler de boş. Ona yakın gişe var, ona yakın salon…
Ama sadece bir gişe çalışıyor.
Hepi topu beş altı kişi olmamıza rağmen sıraya girdik gişe önünde.
Bizde sırasız bir şey olmaz zaten!... Banka sırası, ATM sırası, postanen sırası, hastane sırası…
Yaşama sırası!

***

Sinema AVM içinde.
Her şey değişti. Her şey şirketleşti.
Marketler zinciri, sinemalar zinciri, AVM'ler zinciri; fakirler zinciri, zenginler zinciri; asgari ücretliler zinciri, sözleşmeliler zinciri, kadrolular zinciri, memurlar zinciri, emekliler zinciri, işsizler zinciri…
Büyük sermaye sahiplerinin eline geçti her şey.
AVM'lerdeki bu sinema salonları nedeniyle, şehirlerdeki yılların sinema salonları kapandı.
Arı sineması…
Kılıçoğlu sineması…
Üstadın ömrü buralarda geçmişti. Film izlemeyi seviyordu üstat. Gösterime giren bütün filmleri izlerdi.
'Film izlemek de kitap okumak gibidir,' demişti bir gün bana.
Neden böyle söylemişti bilmiyorum.
Belki de yazılarımdan, hayatımda kitap okumak dışında bir şey olmadığı sonucuna varmıştı; biraz hor görmüştü bizi yani.

***

Bilet alıp filmin gösterileceği salona girdik.
Işıklar söndü.
Reklamlar!
Otuz dakika sürecek.
Bangır bangır!
Ama!
Ses var görüntü yok.
Reklam da olsa…
Bekle beş dakika, düzelir, yok! Düzeldiği falan yok. İlgilenen de yok.
Bekle on dakika, on beş dakika…
Öyle de tepkisiz bir toplum olduk ki kimse sesini çıkarmıyor.
Karanlıkta oturuyoruz.
Kulaklarımızda reklamların bağırtısı…
Bizim kaygımız, yarım saat sonra, tam film başlayacağı sırada;
'Reklamları görüntüsüz izlemişsiniz, olmaz! Film başlamadan şimdi bir kez de görüntülü izleyeceksiniz!' derlerse diye.
Her şeyin parayla ölçüldüğü bu kapitalist düzende bedava bir şey yok!
Aldığın nefesi dahi kuruşu kuruşuna ödeyeceksin!

***

Neden sonra kalkıp gittim sorunu söylemeye.
Ama söyleyecek kimse yok.
O tek gişe görevlisi bayandan başka kimse yok.
Ona yakın salon var, ona yakın gişe var ama derdini anlatabileceğin insan yok.
Ses var görüntü yok, diyebileceğim birini arıyorum sadece. Yok. Kimse yok.
Her şey var bu kapitalist düzende ama insan yok.