Ne oldu da bu toplum, şehvet virüsü kapmışçasına her gün bir sapıklık haberiyle çalkalanıyor?
En yakın bildiklerinden, işte ve yolda yanından geçenlere; öz kızından, ağzı süt kokan bebeye; seksenlik nineden, yurtlarda koruma altındaki erkek çocuklara kadar;
Hayvana, damacanaya, alçıdan yapılma vitrin mankenine saldıracak kadar gözü dönmüş bu vahşiler/iğrenç sapıklar nereden çıktı?
Toplumda zaten vardı da biz mi fark edemedik?
Yoksa son günlerde mi görünür oldular?

***

Her gün duyduğumuz bir sapıklık haberiyle kadınlarımızı, kızlarımızı, çocuklarımızı koruyamama endişesi taş gibi yerleşiyor yüreğimize.
Olaya dar sınırlardan bakmak istemiyorum. İlle de eğitim diyorum. Sadece örgün eğitim değil, toplumsal eğitimin de ne kadar önemli olduğunu,
Siyaset satıcılarının ve din tacirlerinin, eğitim üzerindeki emelleriyle bu topluma verdikleri zararı anlatmak istiyorum.
Bu vahşiliklere kucak açan her türlü söylem, davranış, durum, kurum ve ortamlara izin verilmesin istiyorum.
Ufacık bir hamlenin, birçok belayı def edeceğine inanıyorum.

***

'Kırık Cam Teorisi'
1969 yılında Philip Zimbardo tarafından geliştirilen, bir yönüyle suç eğilimlerini ele alan kriminolojik bir teori.
Zimbardo, eski ve plakası olmayan iki aracı, kaputları hafif açık bir şekilde iki ayrı semte bırakır. Semtlerden biri sosyo-ekonomik düzeyin düşük, suç oranının yüksek olduğu bir semttir. Diğeri ise bizim Vişne Evleri, Batıkent gibi nezih bir semt.
Birincisinde birkaç dakika içinde talan başlar. 24 saat sonra arabanın hiçbir parçası kalmaz. Kapıları, koltukları sökülür, arabanın iskeleti kısa sürede çocuklara oyuncak olur.
Diğer semtte ise arabaya bir hafta kimse dokunmaz. Ta ki, Zimbardo ve asistanları bir çekiçle kelebek camını kırıncaya kadar. Bundan sonra kısa sürede çevredeki iyi giyimli, eğitimli, saygın görünen kişiler tarafından araba tahrip edilir, kullanılmaz hale gelir.
Zimbardo deneyinin sonucunu şöyle açıklar:
'Demek ki, ilk camın kırılmasına (…) izin vermemek gerek. Aksi halde kötü gidişi engelleyemeyiz.'

***

Daha sonra sosyal bilimciler, bu deneyi kuramsallaştırır. Birçok kentin güvenlik sorumluları da bu kuramdan esinlenir; suça karşı çözüm arayışında çıkış noktalarına odaklanırlar.
Sorunun başlangıcında yapılan bir ihmal, yanlış sarf edilen bir söz, suçun ve suçlunun kollandığı hissi veren yanlış bir tavır ya da sergilenen vurdumduymazlık,
Zamanla çığ gibi büyüyerek toplumsal bir kangrene dönüşebiliyor.
Her şey 'kırık bir cam'la başlıyor!

***

Basında ve medyada yer alan ve sayıca giderek artan taciz ve tecavüz haberlerini işitmekteyiz.
Sapıklar için idam, müebbet, hadım etme cezalarını istiyoruz, ama suçun kaynağına inen araştırmalardan kaçınıyor, önlemler almaktan çekiniyoruz. Toplumda infial yaratan bu iğrençlikleri neyin tetiklediğini irdeleyemiyoruz.
'Ne oluyor yahu?' diyoruz,
'İlk camı kim kırdı?' sorusunu soramıyoruz.

***

İster istemez, sorumluların kol kanat gerdiği bazı cemaat yurtlarında yaşandığı için, sık sık gündeme düşmesine rağmen hiçbir toplumsal/ahlaki/vicdani sorgulamaya izin verilmeyen tecavüz haberleri düşüyor aklıma.
Ve o günün sorumlu bakanının ağzından, 'bir kereden bir şey olmaz' rahatlığıyla dökülen sözcükler:
'Buna bir kere rastlanmış olması, hizmetleri ile ön plana çıkmış bir kurumumuzu karalamak için gerekçe olamaz.'
Acaba 'ilk cam' o gün mü kırılmıştı?