Hangi gündü, çarşamba günü müydü?
Sabah uyandığımda pencereden dışarı baktım.
Dışarıda kasvetli bir hava vardı.
Ve hava hala karanlıktı.
Dışarıda, alacakaranlıkta işe giden tek tük insanlar…
Bir de ortalıkta, ani hızlanıp yavaşlamalarla o sokak bu sokak dolaşan okul servisleri gözüküyordu.
Servisler, ikili öğretim yapan okulların sabahçı öğrencilerini topluyordu sokak başlarından.
Küçük, yarı uykulu çocuklar…
***
Havanın hala karanlık olması insanın içini zindana çeviriyor.
Ruhunda bir sıkılma, bir kasvet…
Anlamsız bir boşluk…
Saatlerin geriye alınmamasının yanında havanın kapalı olması nedeniyle de dışarısı hala karanlıktı.
Çok geçmeden hızlı, telaşlı bir yağmur da başladı.
Yangından mal kaçırır gibi yağıyordu yağmur.
Belli ki acelesi vardı.
***
Oturup bir yazı yazmak geliyordu içimden.
Başka ne kurtarabilirdi ki beni bu karanlık, kasvetli, bunaltıcı boşluktan.
Birkaç sayfa okumaktan ya da yazı yazmaktan daha kuvvetli bir ağrı kesici, sakinleştirici yoktur.
En azından bana iyi geliyor bu. E tabii her ilaç her insana iyi gelmez.
Şu bıktırıcı, neden yazıyorsun sorusuna verebileceğim tek yanıt da bu aslında.
Bana iyi geliyor yazı yazmak!
En üzücü olan da bu soruyu en çok ben soruyorum kendime.
'Neden yazıyorsun bu yazıları? Hayatın boyunca hep boş işlerle uğraştın!'
Yazı yazmak bana iyi geliyor.
Başka bir nedeni yok yazı yazmamın…
***
Neden sonra yağmur kara çevirdi. Hakikaten kış geldi bu kez.
Aslında, kışın geldiği son gelen elektrik, doğalgaz faturalarının yüksekliğinden belliydi.
Bakalım ocakta, şubatta ne olacak? Geçen yılın kaç katı gelecek faturalar?
***
Lapa lapa yağıyordu kar. Büyük taneler halinde.
Yağmur kadar aceleci değildi ama. Sakin sakin yağıyordu.
Neden acele etsin ki? Mevsim onun, zaman onun. Önünde en az üç dört ay var. Canı istediği zaman, canı istediği kadar yağar.
Elektrik faturan, doğalgaz faturan; yolda kalman, arabayı kaydırıp önündekine, daha olmadı duvara vurman…
Onu ilgilendirmez.
Onu da ilgilendirmez, tuzu haddinden fazla kuru olanları da.
***
Sabah sabah yağan bu karın arkasından havalar da soğur. İç Anadolu'da, Doğu Anadolu'da dondurucu kış başlar…
Ardahan'da mesela.
Kars'ta, Ağrı'da, Erzurum'da, Sivas'ta…
Nasıl yaşar insanlar oralarda?
Ne odun, ne kömür, ne doğalgaz ne para…
Ne de ömür dayanır buralarda o zor yaşam koşullarına.
Doğu Ekspresi'nde yer bulmakla kendilerini şanslı hisseden, Kars'a doğru kış gezisine çıkan vatandaşların aklına gelir mi acaba, buralarda yaşayan insanlar için hayatın ne kadar da zor olduğu?
Kış şartlarının bu zor hayatı onlar için daha da zorlaştırdığı, akıllarına gelir mi acaba hiç?
***
Lapa lapa yağmaktan vazgeçmişti kar. İlk başta biraz gözdağı vermek istemişti bize sanırım. Sakin sakin, gökyüzünde gezinir gibi, uçar gibi yağıyordu artık.
Toplum sorunlarından uzak durması; ferdi konularda, sembolist şiirler yazması; Kurtuluş Savaşı sırasında Kuvayı Milliye'ye karşı olumsuz tutum içinde olması nedeniyle kendisine karşı içimizde biraz kırgınlık olsa da, Servet-i Fünun Dönemi'nin güçlü şairi; Tevfik Fikret'in, Muallim Naci'nin, Halit Ziya'nın arkadaşı; Ahmet Mithat'ın öfkelenip 'dekadan' dediği Cenap Şahabettin de Elhan-ı Şita (Kış Ezgileri) şiirinde anlatmıştı karın yağışını.
'Bir beyaz lerze, bir dumanlı uçuş;
Eşini gaib eyleyen bir kuş
gibi kar
Geçen eyyam-ı nevbaharı arar…'demişti.
Kendimi bir şey zannetmek gibi olmasın ama ben de bu yazıyı yazdım işte, kapıya dayanan soğuk kış günleri ve yağan bu ilk kar üzerine.