Yetkililerimiz birbirleri arasında çelişkiye düşüp 'kriz yok' demeye çalışsalar da ülke olarak ciddi hatta çok ciddi bir ekonomik bunalım yaşadığımız saklanamaz bir gerçek. Kriz yavaş yavaş her sektörde kendini hissettirmeye başladı. Marketten pazardan evinin mutfak ihtiyacını karşılayan halk bu durumu en fazla anlayan kesim. Artık zorunlu giderlerin geçimi zorladığını birilerinin verilerle anlatmasına gerek kalmadı alışveriş yapıp evine dönen sıradan vatandaş durumu çok net algılıyor.
İthalata ve sıcak paraya dayalı bir ekonomi yaratılan ülkemizin bu noktada zamlardan kaçış şansı yok. Dolar arttıkça maalesef hemen hemen her ürüne zam gelecek. Zam gelmesine gelecek de krizi bahane eden, vatandaşı istismar ederek haksız kazanç elde edenler de her kriz ortamında olduğu gibi sahneyi bırakmıyor. Ticaret Bakanlığı bazı tedbirler alarak, aldığı ürüne zam gelmediği halde zam gelmiş gibi yüksek fiyatla satan ve ürünün gramajları ile oynayanlarla mücadele etmeye başlamış vaziyette. Ancak alınan önlemler ne kadar etkili olur orası belirsiz! Serbest piyasa ekonomisi demek denetimsiz bir ekonomi demek değildir. Bu nedenle ticaret odaları, esnaf odaları ve konfederasyonu kendi mesleki ahlak kurallarını, etik değerlerini oluşturmalı ve etkin/etkili denetimleri yaparak bu kurallara uymayan esnaf ve ticaretle uğraşan tacirlere gerekli yaptırımları uygulamalıdırlar.
Ayrıca ürünlerin satışında uygulanacak kar marjları ile ilgili bir politika belirlenmeli ki fiyat kontrollerinde alış ile satış arasında bir denge oluşturabilsin, bu uygulamalar sonucu oluşacak olan ticari ahlak tüketici istismarının da büyük bir bölümünü önlemiş olacaktır. Gramaj ve fiyatlar ile oynayarak, tüketicileri yanıltan aldatanlar aslında ne yapıyorlar? Direkt söyleyelim; dolandırıcılık yapıyorlar. Dolandırıcılık bir suçtur ve bu suçu işleyenler tespit edilerek yargıya taşınmalıdır. Tabii burada yalnızca fiyat etiketleri, ve ürün gramaj kontrolleri bakanlık yetkililerince değil aynı zamanda belediyelerce de oy kaybı hesabı yapmadan bu denetimleri etkin ve etkili olarak yapılmalıdır.
Sırası gelmişken şunu da ifade etmekte fayda var; Yeni uygulamaya başlayacak üretim yeri Türkiye olan mallar için 'Yerli Üretim' logosu kullanma mecburiyeti yerinde bir karar olmakla beraberinde bazı tehlikeleri de getirmektedir. Yapılan açıklamalardan anlaşılacağı üzere 'Türkiye'de üretilen yabancı menşeli ürünlere de bu logodan yapıştırılacak' olması, bu uygulamanın amacının dışına çıkılmış olur. Avustralya'dan gelen bakliyat, Kanada'dan gelen mercimek, Türkiye'de paketlendiği için, ayrıca ithal edilen buğday Türkiye'de una dönüştüğü için bu ürünlerde yerli üretim sayılarak 'Yerli üretim' logosu kullanılması demek ithalata devam edilerek tarımda dışa bağımlılığın devam etmesi demektir.
Tüm parçaların yurt dışından getirilerek Türkiye'de sadece montajı yapılan bir mala 'Yerli üretim' logosu kullanılması demek dışa bağımlılığın devamı demektir. Yerli üretim, ürünün ya da malın tamamının Türkiye'de imal ya da üretilmesi demektir. Tamamı yerli üretim/imalat olmayan ürün ve mallara bu logonun yapıştırılması tüketiciyi yanıltan bir uygulama olacaktır, bu yanlıştan kısa sürede vazgeçilerek, logo sadece tamamı Türkiye'de üretilen ürünler de kullanılmalıdır. Bu zorlu süreçte, tabii bizlere de düşen görevler var, temel gereksinimlerimiz dışında harcama yapmamalı, ithal ürünlerden uzak durarak, tamamı ülkemizde üretilen ürünlerden ya da imal edilen mallardan satın alarak, ihtiyacımız kadar harcamalı, bu zamana kadar bize dayatılan tüketim çılgınlığına karşı durmalıyız . Tüketicinin sırtına bir kambur daha yüklemek için kredi kartı faizleri ile tüketici kredisi faizlerinin yükseltilmesine karşı, kredi kullanmayalım, kredi kartı kullanmayı azaltarak, finans kuruluşlarına tüketimden gelen gücümüzü gösterelim. Unutmamak gerekir kriz fırsatçıları güneşli havada şemsiye verir yağmurlu havada geri alır!..