Kuru fasulye insanlık tarihinde çok önemli bir yere sahiptir.
Kadınlar, yarın ne pişirsem, diye çaresizce düşündüklerinde imdatlarına kuru fasulye yetişir.
Kurumlara yemek satan yemek şirketleri haftanın en az bir gününü düşük maliyetli kuru fasulyeyle savuşturur.
Ve kuru fasulyenin sadece yemeği değil piyazı da olur.
Piyazı, halk arasında 'balık soğanı' diye de bilinen mor soğanla olursa güzel olur.
Kuru fasulye sağlık açısından da son derece faydalıdır.
İlaç gibidir.
Yanında, yumruğunuzla kıracağınız kuru soğan da yerseniz şekeri, tansiyonu dengeler.
Dikkatinizi çekerim, yükseltir ya da düşürür demiyorum; dengeler, diyorum.
Yani düşükse yükseltir, yüksekse düşürür.
Yanında 'yakar biber' yahut 'biberiye' turşusu da yerseniz, vücut hararetinizi yükselterek yağlarınızı yakar.
Kilo vermenizi sağlar.
Özellikle kadınların bel çevrelerindeki, basenlerindeki yağları bulup eritir.
Yuh!
Yuh yani.
Bu kadar da eften püften bir yazı yazılır mı?
Yazılmaz mı?
Yazılır aslında.
Neden yazılmasın?
Yazı bir sanattır, bir ustalık işidir.
Eskilerin yazıya 'tecrübe-i kalemiye' demeleri…
Yani kalem tecrübesi demeleri de bundandır.
Onun için…
İyi bir yazar her konuda güzel bir yazı yazabilmeli.
En sıradan konularda dahi zevkle, tat alınarak okunacak bir yazı yazabilmeli…
***
Ama bu o kadar da kolay değildir.
Karikatür sanatçısının yaptığı karikatür de bize özensizce, çalakalem çizilmiş gibi gelir.
Ne çizdiği hayvan hayvana, ne insan insana benzer.
Her insan,
'Ben de çizerim bu kadarını,' der ama kalemi eline aldığında bunun hiç de kolay olmadığını anlar.
Yani?
Yani o kadar da kolay değildir, kuru fasulye üzerine güzel bir yazı yazmak.
***
İşin bir başka yönü de şu ki her konuda yazı yazabilecek kadar usta değilseniz yazmaya devam etmeniz pek de mümkün değildir. Bir yerde tıkanıp kalacağınız kesindir.
Şöyle demişti üstat:
'Sakın korkma yazı yazacağın zaman!'
'Olur, korkmayalım! Sonra da başımıza ne gelirse gelsin!' demiştim ben de ona.
'Öyle değil,' demişti. 'Yazının başına oturunca yazıyı yazamamaktan korkma! Diğer korkular bunun yanında hafif kalır.'
Yani yazının üstesinden gelememekten korkma, demek istemişti üstat.
Sonra devam etmişti.
'Eğer; ne yazayım, yazabilir miyim yazamaz mıyım diye düşünürsen işin biter. Yaz. Aklına ne gelirse yaz. Sadece yaz.'
Sonra da şöyle bir şey anlatmıştı.
Şimdi adını hatırlamadığım birinden söz etmişti.
Gün bitmiş, akşama olmuş ama sözünü ettiği yazarın yazdığı bir şey yokmuş henüz.
Neden sonra,
'Bir kelime söyleyin bana,' demiş, gazetedekilere.
'Sigara,' demiş, oradakilerden biri.
'Ertesi gün,' demişti üstat, 'sigara üzerine yazılabilecek en güzel yazıyı okuduk ondan!'
Haldun Taner de,
'Yazar mısın, durma yaz!' demişti.
Ama böyle söylerken yazının ustaları,
'Ne yazarsan yaz! Ama güzel yaz! Yazıyı iyi yaz!' demek istemişlerdir aslında.
Yani zırvalamadan yaz!
Asıl mesele de bu sanırım.
Asıl hüner, asıl yazı ustalığı…
Hangi konuda yazı yazdığın değil de yazıyı iyi yazıp yazamadığın asıl önemli olan.
Ama işte bunun için, sürekli bir çalışmayla kazanılabilecek bir tecrübe, bir ustalık…
Ayrıca parlak, keskin bir zeka gerekiyor.
Tabii bütün bunların yanında bıkıp usanmadan okuyarak elde edilebilecek bir birikim…
Görüyorsunuz işte, kuru fasulye üzerine güzel bir yazı yazmak da o kadar kolay değil.