Etrafında gördüğün her şey belki de farklı perspektiflerde bambaşka dünyalar gizliyor içinde ve belki de renklerin sendeki büyüsü yanıbaşında farklı depremler yaratıyor. Nazmi Bayrı mürekkebi bir ağacın yaprağında taşıyor ve damla damla serpiyor düş bahçesine kaybolmuş çocuklukların. Korkmuyor. Biliyor. Koşarak bağırıyor vicdanın sessiz çığlığında geceye ıslığını ve kardeş ilan ediyor yağmurları rüzgarlarla. Üstada çok sevildiği Eskişehir'den sevgiler, selamlar…

-Edebiyat ve Hayat Söyleşileri-

Yazmaya nasıl başladınız ve yazmaktan beklentiniz neydi?

Öncelikle, böylesine edebiyat uğraşı verdiğiniz için sizi ve gazetenize emek verenleri kutluyor, çok teşekkür ediyorum.
Anımsadığım kadarıyla yazmaya ortaokul veya lisenin ilk yıllarında başladım. Hatta daha önce de olabilir. Ortaokuldayken kitap okuma alışkanlığı edinmiştim. H. Balzac, V. Hugo, F. M. Dostoyevski, M. Gorki, M. Şolohov, L. Tolstoy, J. Steinbeck ve daha nice yazar; bizde ise Orhan Kemal, Mahmut Makal, Kemal Tahir, Nazım Hikmet, Talip Apaydın, Aziz Nesin, Bekir Yıldız, Yaşar Kemal gibi yazarları okuyordum. 70'li yılların başıydı ve ülkemizde siyasi hareketlenmeler başlamıştı; çevremde de toplumcu gerçekçi yazarları okuyan ağabeylerimiz vardı. Bu okumalar sonucunda kaynaklanan birikimden olsa gerek, düzyazı biçiminde şiirler karalıyordum. Elbisesi, ayakkabısı olmayan insanları anlatırken, onların isimlerinden bile yola çıkarak hangi kesimden insanlar olduklarını dillendiriyordum. Lise yıllarındaysa öyküler yazıyordum. Çevremin ve okuduklarımın etkisiyle başladım, diyebilirim özetle.
O yıllarda yazmaktan beklentim hiç olmadı. Herhalde kendi kendimi rahatlatmaydı bu dışa vurumlar. Bugün yazmaktan beklentim var tabii ki. Yazıyla toplumsal sorunların, bireysel çıkmazların düzeleceğine inanıyorum ve söyleyecek sözüm olduğunu ortaya koyuyorum.

Yazmaya ilk başladığınızdaki kaleminiz zaman içinde nasıl bir devinim yaşadı? Bunu gözlemlemek mümkün mü?

Tabii ki gözlemlemek mümkün; Muzaffer İzgü'nün bir sözü geldi aklıma, – bu arada saygıyla anıyorum onu- 'Sen yazmazsan yazı seni bırakır, onun için devamlı yazmalısın,' derdi. Yazdıkça kalem ilerliyor. Yazanlar bunu doğumlara benzetirler. İlk doğum –kitap için- zordur, belki ikincisi de; sonrası biraz daha kolay olur. Okuyup yazdıkça aradaki farkı görebiliyorsunuz. Bu devinim aynı kalmıyor ve biçim olarak da farklılıklar gösteriyor sürekli.

Öykü yazmak şiire uzak olmak mı demek, bu tercihin sebebi nasıl açıklanabilir? Öyküye ne gibi görevler yüklediniz?

Hiçbir sanat dalını birbirinden bağımsız, ayrı, düşünmek olası değildir. Tüm sanat disiplinleri birbirini besler. Birinden koparsanız yaptığınız işte bir eksiklik olur, diye düşünüyorum. Resmi, sinemayı, fotoğrafı, tiyatroyu, müziği, yontuyu edebiyattan ayıramayacağımız gibi, edebiyatı da veya diğerlerini de birbirinden ayıramayız. Ancak edebiyat içinde öyküyle, şiir birbirine en yakın türlerdir. Şiir öykünün dilini sağlamlaştırır. Sözgelimi, öyküdeki yığıntıyı yok eder; yani sözcük fazlalığını eritir ve az sözle çok şey söyler, tıpkı kendi özü gereği. Öykü yazanların başucu kitapları şiir olmalıdır dersem abartı olmaz.
Öyküye şiir gibi derinlikli, dolaysız; ama yalın anlatımlı bir içerik yükledim diye düşünüyorum. Bu eleştirmenlerin görevidir; kendimi değerlendirmem eksik olur sanırım. Bu arada öykülerimde toplumsal, bireysel sorunları ve bireylerin ruh hallerini yansıtmayı amaç edindiğimi söyleyebilirim.

Sizce üretken bir yazar kimdir, sizin üretken bir yazar olarak bilinmeniz ne gibi bir his veriyor; olumlu ve olumsuz?

Üretken olabilmek için öncelikle düzenli olarak okumak gerekir. Okumalar da tek yönlü olmamalı. Resim, fotoğraf, sinema, yontu vb üzerine olabileceği gibi, pozitif, sosyal bilim alanları ve ille de edebiyat türlerine yönelik olmalı. Ben buna, çapraz okuma, diyorum. Ardından yazmak geliyor. Her durumda yazmayı düşünmek; not defterini, kalemini yanında taşıyıp not almayı alışkanlık edinmek;
günde birkaç satır da olsa yazmak ve bir sayfa yazabilmeyi hedeflemek gerekli diye düşünüyorum.
Üretken bir yazar olarak biliniyorsam bu beni sevindirir, ancak hiçbir yazarın kendisini üretken sayabileceğini sanmıyorum. Yazacağı o kadar yazı vardır ki her yazarın belleğinde ve bunu yapamadığından dolayı kıvranır durur. Ben kıvranıp duranlardanım; aldığım öykü notları yazılmayı bekliyor ve ben onların çok azını yazabiliyorum, yenileri ekleniyor bir de durmadan. Bazı öykücü arkadaşlarıma göre fazla üretiyor olabilirim. Bunu yalın yazmaya, sözcük oyunlarına girmemeye borçluyum. Fazla üretmenin olumsuz yanı kendini tekrar etme, önceki yazdıklarının altına düşmek olabilir. Ben kendimde bunu henüz görmüyorum.

Öykü ile roman sadece uzunluk anlamında değil, yazım aşaması ve içerik olarak da çok farklı. Sizce en büyük fark nedir? Roman yazmayı düşünüyor musunuz?

'Hiç roman yazmamış öykücü ile hiç öykü yazmamış romancı yoktur' diye bir söz var. Bu tamamen doğru olmayabilir belki. Yazın dünyası genelde doğruluyor bu sözü istisnalar olsa da. İki tür birbirine yakınmış gibi gösterilmiş bugüne değin; uzunluk, kısalık bağlamında. Öykü anlatım olarak –biçim, biçem- çeşitlilik kazanırken roman onun kadar değişkenlik gösteremedi kanısındayım. Piko, kısa, kıpkısa, küçürek, anı, mektup biçiminde, monologlara, diyaloglara dayalı, masalsı, destansı bilimkurgu, fantastik, bir paragraf, bir sayfa, uzun-novella- vb biçimlerde yazılıyor artık öykü. Novella, uzun öykü romana yakın durabilir, ama gene de farklıdır. Yer, zaman, mekan değişkenliği ve karakterlerin fazlalığı belirgin ayrımdır. Son kitabım, Kırık Öyküler, aslında uzun öyküdür. Bu haliyle romana yaklaşmıştır. Roman yazar mıyım, şimdiden bir şey diyemiyorum, ama uzun öyküler yazabilirim.

Başucu kitaplarınız hangileridir?

Şiir, öykü, roman, deneme, anı, pisikoloji kitapları ağırlıklı diyebilirim. Yazar isimlerini veremiyorum, çünkü bir hayli fazla.

Müziğin çalışmalarınızdaki yeri nedir? Neleri, kimleri dinlersiniz?

Bazı arkadaşlarım yazarken müzik dinlediklerini söylemişti. Şairler için geçerli olabilir veya yazdıklarını düzeltirken olabilir, diye düşünüyorum. Ben yazarken ve okurken sessizliği yeğliyorum. Diğer zamanlarda halk, özgün, sanat, klasik batı müzikleri; ama evrensel, kulağıma hoş gelen türleri de ayırt etmeden dinlerim. Çalışmalarımda yeri büyüktür; duygulanırım, bazen bu duygu yoğunluğu beni yazmaya iter.

Edebiyat merakı yeni başlamış bir üniversite öğrencisine edebiyatla ilişkisinin nasıl olmasını önerirsiniz?

Elbette okuma alışkanlığı kazanmasını ve içinden geliyorsa yazmasını öneririm. İçinden gelmiyorsa, bir dürtü yoksa yazmasın, beklesin derim. Yapmacık, duygusuz metinler bir şey kazandırmaz. Bir de başkalarını taklit etmeden yazması önemli. C. Bukowski'nin, 'Demek Yazar Olmak İstiyorsun,' diye bir düzyazı, şiiri var. Onu bir okusunlar; daha net karar verebilirler. Şöyle başlıyor, 'Her şeye rağmen, içinden fışkırmıyorsa bırak yapma. Kalbinden ve aklından ve ağzından ve ciğerinden kendiliğinden gelmiyorsa, bırak yapma…'

Son olarak popüler kültür sizce kötü bir kavram mı, edebiyat üzerinde ne gibi etkileri söz konusu?

Popüler kültür, sistemin, bireyleri tek tipleştirmek için bir tuzağıdır; sürü toplumu yaratma çabasıdır. Düşünmeyen, tepkisiz, yarını göremeyen insanı yarattığından dolayı karşı durmak gerektiği inancındayım. Gerçek edebiyat bunun için vardır; popüler kültür gerçek edebiyatın karşısında hiçbir zaman direnememiştir, sabun köpüğü gibi yok olup gitmiştir, ancak gerçek edebiyatın kabul görmesini yavaşlatmıştır o kadar.

******
BİR ŞAİR: ENİS BATUR

ALBİNO


kaç gece kaç gün geçti bilmem;
bembeyaz denizin üzerinden uçarı
bir kabuk, uzun, arşa yükselen
albino dalgaların savurduğu kör
bir lekeydim: yorgun, korkusunu
çoktan terketmiş, hem iki boşluk
duygusu arasında sonsuz kuş, hem
kuyunun dibinde soluksuz karanlık
hayvanı, bekledim, kaç gece kaç gün
geçti bilmeden çoktan geçmişken
kendimden an geldi koptum hepten,
çekildim uzaktaki bir noktaya doğru,
içimden geçen eksen mi kırılmıştı,
gövdemi tutan yay mı oynamıştı
kökündeki yerinden bilemedim:
kaçıncı gecenin sabahıydı doğmadı
güneş, bana gönderilen tufanın
ardından gelen siyah bir gündü, uyandım.

******

DÜŞLER VE BİR ÇOCUK ŞİİRİ - AZRA AKILLIOĞLU

DEVE KUŞU


Sokarım kafanı toprağa
Kim bilir nelerden kaçmak için
Bazen hızlı hızlı koşarsın
Kim bilir nerelere yetişmek için
Çırpınır kanatların uçamadan bile güzelsin