'Önce ekmekler bozuldu, sonra her şey... Çünkü yeryüzünde savaş vardı. İnsanlar sebebini bilmeden, düşünmeden ölüyor, öldürülüyorlardı. Savaş kelimesi dünyanın her yerinde en çok kullanılan söz olmuştu. Radyolarda marşlar, nutuklar şaşkın insan sürülerinin üzerine savruluyor, gazeteler korkuyla okunuyordu. Tramvaylar, vapurlar sabahları, akşamları tıklım tıklım, daima aceleci, sinirli, telaşlı bir kalabalığını şehrin bir ucundan öteki ucuna taşıyıp duruyorlardı.'
Oktay Akbal'ın 1946 yılında yayınlanan ilk kitabı bu paragrafla başlar. Savaş ve kaos ortamında gram gram bozulan insanları! Anlatan bu kitabın ismi yıllar içinde deyim haline dönüşecektir. Geçen hafta soya ürünlerinde genetiği değiştirilmiş organizma (GDO) olabileceği tartışmaları başlayınca aklıma üstadın bu kitabı geldi. Çünkü soya unu ekmek ve tüm unlu mamullerde; enzim aktif soya unu ekmeğin beyazlamasında, yağsız beyaz soya unu ekmekçilik ve unlu mamullerde kullanılıyordu. Bunu biliyordum ama soya sütünün inek sütünün kullanıldığı her yerde, soya loru olarak da bilinen tofunun da bir çeşit peynir olarak kahvaltılarda, parçalanarak veya rendelenerek çorba ve sulu yemeklerde, salatalarda, pasta ve börek yapımında kullanıldığını öğrenince ekmeğimizle bile oynuyorlar diyerek hem tedirgin oldum hem üzüldüm. Açıkçası üzülmem yersiz değil çünkü biraz araştırdığımda da gördüm ki Türkiye'de kullanılan soya ve soyalı ürünlerin yüzde 90'dan fazlası ABD, Arjantin, Brezilya, Paraguay, Ukrayna gibi GDO'lu soya üretimi yapılan ülkelerden ithal ediliyor.
Ayrıca Türkiye'nin GDO'lu soya üretimi yapılan ülkelerden 2016 yılında bir milyar 145 milyon dolardan fazla, soya fasulyesi ağırlıklı olmak üzere soyalı ürünler ithal edilmiş! Ve ithal edilen soya fasulyesinden çeşitli soya ürünleri elde ediliyor. Bu durumda da soyalı ürünlerin GDO'lu soyadan elde edilme olasılığı çok yüksek! Oktay Akbal bir savaşın kaosun ağır koşullarını hissederek yazmış 'önce ekmekler bozuldu' kitabını. Yazılanları okuyunca ülkemizde yaşananlarla ne kadar paralel; ne kadar benziyor demekten kendinizi alamıyorsunuz. O yüzden de ekmeğimizle bile oynamalarını garip karşılamamak ya da benim üzüldüğüm gibi üzülmemek gerekiyor galiba! Fakat birilerinin önlem alması en azından soyalı ürünlerin kullanıldığı tüm gıda sektöründe denetimlerin yapılması ve yaygınlaşması şart değil mi? Soyalı ürünlerin kullanıldığı gıda sektöründeki denetimlerde alınan numunelerin analiz sonuçlarının kamuoyuna duyurulması gerekmiyor mu? Ama galiba bizler her geçen gün içimize sindikçe bunu beklemekte anlamsızlaşıyor! Ne demişti son paragrafta üstat;
'İnsanlar yağmur altında da aynı idiler, hiç değişmemişlerdi. Yollar, sokaklar boyunca gidip geliyorlardı. Her zaman ki gibi çeşit çeşit, boy boydular. Kısaları, uzunları, acelecileri, sakinleri, sıkıntıdan patlayanları, işsiz güçsüzleri, avareleri…
Hepsi birbirine benziyordu. Güneş altında nasıllarsa öyle idiler. Gene acele adımlarla işlerine koşuşuyorlardı; gene elleri ceplerinde, dudaklarında gelişigüzel bir ıslıkla, ağır ağır hiç telaş etmeden kaldırımlar boyunca dolaşıp duruyorlardı…
Yağmur insanların kayıtsızlığına karşı ara sıra isyan ediyor, şiddetleniyor, bir iki şimşekle dişlerini gıcırdatıyordu. Bütün bu arzusuz, aşksız insanlar ahmakıslatanı can sıkıntılarına karşı bir silah gibi kullanabilmek fırsatını ele geçirmiş bulunmanın verdiği sevinçle göğüslerini yağmur rüzgarına vermiş, kollarını sallıya sallıya ilerliyorlardı…'