İKİNCİ MİLLİ KONGRE

Mustafa Kemal düşüncesine ve ideallerine karşı tavır alan Vali Storrs ve sömürge yönetiminin işbirlikçileri karşısındaki halkçı liderler, daha örgütlü, daha güçlü mücadele için, yeni bir demokratik girişime karar verirler. Ancak bu mücadele, hukuki zeminde ve demokratik yöntemlerle sürdürülmelidir. Yapılacak iş; halkın temsilcilerinin katılımı ile, ikinci bir Milli Kongre toplamak ve mücadele programını onaylatmaktır.
Kongreye çağrıyı, 'Yasama Meclisi' üyesi ve 'Halkçı Hareket'in lideri Necati Özkan üstlenir. 20 Nisan 1931 tarihli çağrıda; 1 Mayıs günü Lefkoşa'da kendi evinde yapılacak toplantıya adanın her yerinden gelecek temsilcilerin katılmasını ister. 1 Mayıs 1931'de toplanan Milli Kongre'nin, Ulusal Kurtuluş Savaşı'nın hazırlık çalışmaları yapılırken, Mustafa Kemal'in topladığı Erzurum ve Sivas Kongreleri'nden esinlenildiği söylenebilir. Nitekim Vali Storrs, Milli Kongre'nin toplanacağı haberi üzerine Necati Bey ve diğer halk liderlerini sıkı bir gözetim altına almış ve onun köyleri dolaşarak 'Ulusal Türk duygularını körükleyen' girişimlerini daha yakından izlemeye başlamıştır. Necati Bey'in çağrısına uyan halk temsilcileri, temsil ettikleri köy ve kasaba halkından aldıkları ve onları temsil yetkisini kanıtlayan imzalı vekaletnamelerle 1 Mayıs günü Lefkoşa'ya gelirler. Kongrede, toplumun sorunları tartışılır, kararlar alınır ve bu kararlar uygulanmak üzere demokratik yöntemlerle 9 kişilik bir 'Heyet-i Merkeziye' (Merkez Heyeti) ve müftü seçimi yapılır.
Altı maddeden oluşan kongre kararlarını şöyle özetlemek mümkündür:
  1. Kongre, Kıbrıs Türk toplumunun orta dereceli eğitim konusunda diğer toplumların sahip oldukları hukuk ve ayrıcalıklara aynen kavuşma hakkının tamamıyla bilincindedir ve bunu büyük bir arzu ile istemektedir.
  2. Adanın Türk halkı, müftülüğün dini yönden gerekli olduğunu ve diğer toplumlar gibi bir dini lidere büyük gereksinimi bulunduğunu çok derin bir biçimde hissetmekte olduğundan müftülük makamını her türlü etki ve nüfuzdan uzak ve toplum tarafından seçilmesi koşuluyla yeniden yaşama geçirmek istemektedir.
  3. Şer'iye Mahkemeleri'nin bağımsız kalması ve eskiden olduğu gibi maaşlarının genel bütçeden ödenmesi gerektiğini hükümete hatırlatır ve bu konuda hükümetin toplum hukukuna saygılı davranmasını beklemektedir.
  4. Kongre, İslam Evkafı'nın sırf toplum malı ve ecdadımızın iyi amaçlar için ve eğitim seviyesi nedeniyle oluşturdukları bir toplum kurumu olması itibariyle, yönetiminin de topluma ait bulunduğu inancındadır.
  5. Kongre, aldığı kararları Hükümet nezdinde izlemek ve sonuçlandırmak, ileride ortaya çıkacak toplum sorunlarını gözden geçirmek ve gereken girişimleri yapmak üzere oluşturulan Merkez Heyeti'ne tam ve kesin yetki ile vekalet verir. Merkezi Heyet, ada Türklüğünü ilgilendiren tüm meselelerde söz söylemek, kararlar almak, toplum çıkarlarına aykırı hareketlere, gerektiği şekilde, engel olmaya çalışma görevini de yerine getirecektir.
  6. Kongre, toplumun açık haklarına ve sömürge müsteşarının 1931 Kavanin Meclisi oturumlarının birinde Türk toplumunun müftü seçme hukuk ve özgürlüğüne sahip olduğuna ilişkin demecine dayanarak, bugün bu mevkii işgal etmek ve Kıbrıs Türk Toplumunun dini lideri olmak üzere, Baf kasabasında avukatlık yapan Ahmet Sait Efendi'yi Müftü seçtiğini ilan eder ve Hükümetin bu seçimi tanıması dileğinde bulunur.

ANAVATANLA İLİŞKİLER VE ÖRGÜTLENME
İkinci Ulusal Kongrede alınan kararlar, 1931 isyanı sonucu başlayan baskı dönemi nedeniyle yaşama geçirilememiş, toplumdaki halk hareketi yeniden engellenmiştir. 1931- 1943 yılları arasında devam eden baskı döneminin son yıllarında yer alan İkinci Dünya Savaşı'nın yarattığı durum ve endişeler de yeni toplumsal örgütlenme girişimlerinin bir süre daha ertelenmesine neden olur. 1942 yılından itibaren savaşı İngilizlerle müttefiklerinin kazanacağı anlaşılınca, buna paralel olarak adadaki baskı rejiminde de yumuşamalar olacaktır.
Bu yumuşama ortamından her iki toplum da yararlanmaya çalışır ve örgütlenme girişimleri yeniden hızlanır. 1943 yılında Kıbrıs Türk Azınlığı Kurumu (KATAK) kurulur. Kıbrıs Türk Çiftçileri, aynı yıl Rumlardan ayrılarak kendi örgütlerini oluştururlar. Türk işçileri de aynı faaliyet içine girip kendi birliklerini kurma girişimlerini başlatırlar. Bu arada 1943 yılının Nisan ayı başlarında İngiliz Lordlar Kamarası'nda Sömürgeler Bakanı, yakın bir gelecekte Kıbrıs'a özerk yönetim statüsü önereceklerini açıklar. Bu açıklama Rum liderlerini harekete geçirir ve özerklik yerine Yunanistan'a ilhak istediklerini belirten çeşitli eylemlere girişmelerine neden olur. 'İlhak' propagandası, yeniden yaygın ve etkili biçimde canlandırılır. Aynı yılın Mart ayında yapılan belediye seçimlerinde rakip Rum adaylar 'Enosis' ve 'Milliyetçilik' konusunda birbirleriyle yarışmaya başlarlar.
Böyle bir ortam Türk toplumunda ciddi endişeler yaratmaya başlar. Savaş biter bitmez Kıbrıs'ta ciddi değişiklikler yapılması düşünüldüğü resmi olarak açıklandığına göre, bu gelişmelerin içinde örgütlü olarak yer almak gerekmektedir. İngilizler de Rumlara karşı Türk toplumunun örgütlü olmasını, yeni dönemde dengelerin korunması yönünden yararlı görmektedir. Bu nedenle, Vali, Evkaf Murahhası Mehmet Münir ve bazı ılımlı kişilere bu yönde telkinlerde bulunmaktadır. Nitekim 1943 yılı Nisan ayında, Evkaf Murahhası Mehmet Münir, bir siyasi örgüt kurulması için girişimlerde bulunarak, Türk toplumunun ileri gelenleriyle temasa geçip, Evkafın bu örgütlenme işinde yardımcı olacağını duyurur.
Mehmet Münir'in, o dönemde sömürge yönetiminin güvendiği bir kişi olması sebebiyle, Kıbrıs'la ilgili ciddi gelişmeler olacağını bildiği için bu girişimleri başlattığı görüşü halk arasında yaygınlaşır ve bu siyasi örgütlenme gereksinimi destek görür. Böyle bir ortam içinde Lefkoşa Belediye Meclisi'ne yeni seçilen 4 Türk üye, (M. Necati Özkan, Dr. Fazıl Küçük, Nemci Avkıran ve Şükrü Veysi), siyasi bir örgüt oluşturmak üzere, 18 Nisan 1943'te Lefkoşa'da Evkaf binasında bir toplantı yapılması için ortak çağrıda bulunurlar. Lefkoşa'nın çeşitli meslek sahiplerinden, zanaatkar ve esnaf temsilcileri ile, ileri gelenlerden oluşan 76 kişi, 18 Nisan 1943'te toplanır ve 'KATAK' adındaki siyasi kuruluşu oluştururlar.
Halkın büyük coşku ve desteğiyle hızlı bir örgütlenme süreci içine giren KATAK, daha birinci yılını tamamlamadan ada çapında 200 kadar şube kurmayı ve o günün koşulları içinde bir servet sayılan 2 bin Kıbrıs lirası yardım toplamayı başarır. Ancak, bu hız, bu başarı kısa süreli olacaktır. Yeni kurulan siyasi partiler, KATAK'ın ılımlı ve sömürge yönetiminin paralelindeki faaliyetlerini eleştirerek, daha atak, daha kişilikli bir siyaset izlenmesi yolunu seçerler. Bu yeni akımın başında Dr. Fazıl Küçük bulunmaktadır. Nitekim, 23 Nisan 1944'de KATAK'tan ayrılarak bazı arkadaşları ile birlikte, Kıbrıs Türk Milli Halk Partisi'ni kurar. Böylece, toplumun siyasi yaşamında yeni bir odak noktası oluşmaktadır. Dr. Küçük'ün bu siyasi hareketinin belli başlı özelliği; toplum haklarını korumak için sömürge yönetimine karşı açtığı savaş ve bu savaşın da milliyetçi duyguları öne çıkarmasıdır.
1949'da, KATAK ile Dr. Küçük'ün kurduğu parti birleşerek 'Kıbrıs Milli Türk Birliği' adını alacaktır. Böylece Kıbrıs Türk toplumunu, siyasi alanda, artık bu parti temsil etmeye başlar. 1950'li yılların başında Necati Özkan'ın kurduğu İstiklal Partisi ise uzun ömürlü olmaz ve bir süre sonra kapanır. Necati Özkan ve partisinin siyaset sahnesinden çekilmesi üzerine Dr. Küçük ve partisi, Kıbrıs Türklerinin temsilcisi olarak etkin bir rol oynamaya başlar. Rumlarla Türklerin birlikte üye olduğu karma sendikalarla, meslek örgütlerinin, her iki topluma ait üyelerinin, sendikal ve diğer sosyal ve ekonomik haklarını korumaya dayanan, esas uğraşının dışına çıkmamaları gerekmektedir. Bazı aydınlara ve araştırmacılara göre; öyle olmaz ve bu ortak örgütler, Türklerin ulusal duygu ve düşüncelerine ters düşen siyasi faaliyet ve etkinliklere, hatta 'Enosis' propagandasına girişirler. Böylece kısa sürede, Türk üyeler arasında huzursuzluk ve güvensizlik oluşur ve ayrılmalara neden olunur. Bu yönde ilk harekete geçenler, Niyazi Dağlı başkanlığındaki 12 kişiden oluşan heyet olur. Bunlar, üyesi bulundukları Rum sendikasından 1942 yılı sonlarında ayrılarak 'Türk Amele Birliği'ni kurarlar. Önceleri 12 kişiyle kurulan bu birlik, bir yıl içinde diğer katılımlarla gelişerek 1943'te 'Yapıcı ve Amele Birliği' adını alır. (Devam Edecek).