Bürokraside Gayr-ı Müslimler Meselesi

Tek Parti döneminde gayr-ı Müslimlerin fiili olarak devlet bürokrasisine alınmaları ortadan kalkmış iddiasının hukuki bir temeli olmayıp bu dönemin eleştirisinde uygulama ile hukuki söylemin farklı biçimlerde tartışılması gerekliliği ortadadır. Tabii bu yapılırken meselenin tahlilinde tarihsel bakış açılarına, toplumsal ve sosyolojik değerlendirmelere de ihtiyaç vardır. Ancak bazı araştırmacılar bu arka plana bakmadan kesin yargılarla bazı nazik dönemleri tek yönlü eleştirebilmektedirler. Örneğin bazı araştırmacıların verdiği 25 tarihli 'Memurin Kanunu'nun 24. maddesi çok açıktır. Yine burada ırkî değil vatandaşlık temeline dayandırılan 'Türk' terimi ve 'Türk Vatandaşı' birlikteliğinin hallinden sonra Türk vatandaşı olma zorunluluğunun getiriliyor olması, kurumların gayr-ı Müslimlere kapatıldığını göstermez. Burada bir sorun varsa veya bir sorun tartışılacaksa o da 'Irksal' değil, 'Dinsel' bir sorun tartışılmalıdır. Gayr-ı Müslim sınıflaması azınlıklar anlayışı ve hukuku içinde devam eden dinsel ve uluslararası bir olgunun mevcudiyetinde saklıdır. Dönemin sosyolojik şartları göz önüne alındığında, burada zorlama bir görüşle devleti ırksal bir oligarşi biçiminde veya askeri seçkinci bir yarı demokrasi biçiminde zikretmek çok da doğru olmasa gerek.

Türkleştirilme İddiası

Diğer bir yanlış saptama da gayr-ı Müslimlerin etnik olarak Türkleştirilemeyeceğinin anlaşılması gibi bir olgu ortaya atılmaktadır ki böyle bir düşüncenin tahlili zaten mümkün değildir. Çünkü bu iddia bilimsel bir tahlili imkansız kılar; Gayr-ı Müslimlik, dinsel bir sınıflama içinde dinsel ve hukuki enstrümanlarla değerlendirilir. Azınlıklar, Osmanlıda da zaten böyle bir alanı oluşturur. Etniklik ve etnikite ise tamamen farklı enstrümanları gerektirir ki bu da konumuzun dışındadır. Çünkü Türk anayasalarında işlenen Türklük olgusu vatandaşlık bağıyla, yani hukuksal olarak bu genel etiketi kabul edenlerin hepsine birden verilen genel adı ifade eder ki, iki ayrı hukuksal alanın birbiriyle mukayesesi bilimsel manada anlamsızdır. Bir dinsel topluluğun farklılaştırılması, diğer dini topluluklaştırma ile olabilir. Bir dini topluluğun başka bir etnik biçime dönüştürülmesi gibi bir paradigma gerçekten çok anlamlı olmasa gerek. Artık günümüz araştırıcılarının bu temel doğrulardan hareketle eleştirilerini yapmaları, etnik yapılanmalarla dinsel yapılanmaların tartışmasında farklı hareket noktalarının kullanılmasının gerekliliğini anlamaları onları daha doğru tahlillere götürecektir.
Cumhuriyet, ilan edilmiş ve organlarının oluşturulmuş olmasına rağmen, olağanüstü bir dönemde çıkarılmış olan 1921 Anayasası ve değişikliklerinin, devlet gereksinimlerine cevap verebilmesi oldukça güçtü. Osmanlı Devleti ve Saltanat da ortadan kaldırıldığına göre, devletin gereksinimlerini karşılayacak ve toplumu yönlendirecek yeni bir anayasanın yapılması, bir zorunluluk haline dönüşmüştür. 1921 Anayasası'nın eksik olan hususları için 1876 Kanun-ı Esasi artık uygulanamayacağına göre, yeni bir anayasa yapımı zorunluluğu kendisini göstermektedir. Nitekim, Lozan Antlaşması ile kendisini diğer devletlere bağımsızlık mücadeleleri ile tanıtmış ve zafere ulaşmış Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin, sosyal ve uluslararası ilişkilerde de istiklali tam bir devlet olarak tanınmışlık içinde bu Anayasa bir zorunluluktur. Böylece oluşturulan yeni Anayasa ile Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin çağdaş dünyada yerini almak istediğine dair en önemli mesaj verilecektir.
İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi 'Kurucu Meclis' özelliği taşımıyordu. Nitekim bu sıfatla seçilmiş ve toplanmış bulunmuyordu. Ancak buna rağmen İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin ulusun tek ve yegane temsilcisi olduğu tartışmasız bir gerçektir. İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yeni bir Anayasa yapabileceğine dair herhangi bir kuşku yoktur. Millet adına egemenlik hakkını kullanmaya yetkili olan İkinci TBMM yasama döneminin ikinci yılında bu hazırlığa girişir. İlk çalışmalar Kanun-ı Esasi'yi hazırlayan encümen tarafından başlatılır.

1924 Anayasası-Teşkîlat-ı Esasiye

1924 Anayasası 20 Nisan 1924 yılında İkinci Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından 'Teşkilat-ı Esasiye' adıyla kabul edilmiştir. 1924 Anayasası olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun 1. maddesine göre, 'Türkiye Devleti bir Cumhuriyettir' denilmiş bununla birlikte devlet şeklinin 'Cumhuriyet' olduğu hükmünün değiştirilmesi 102. madde gereğince yasaklanmıştır. 1924 Anayasası olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun 3. maddesine göre, 'hakimiyet bila kayd-u-şart milletindir '. Egemenlik konusundaki bu hüküm 1921 Teşkilat-ı Esasîye Kanunu'nun 1. maddesindeki hükmün birebir aynısıdır. Anayasaya göre egemenliğin sahibi, 'Millet'tir. Ancak, bu egemenliği kullanma hakkı doğrudan millete ait değil, 1924 Anayasası olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun 4. maddesi gereğince onun temsilcisi olan Türkiye Büyük Millet Meclisine aittir. Yasama yetkisini Türkiye Büyük Millet Meclisi kullanmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi tek meclisten oluşan bir parlamentodur. Türkiye Büyük Millet Meclisi millet tarafından seçilen vekillerden oluşmaktadır. Milletvekili seçilebilmek için otuz yaşını bitirmiş olmak gerekir. 1934 yılında yapılan değişiklikle kadınlara da seçilme hakkı tanınmıştır. Seçme hakkı ise on sekiz yaşını bitiren her erkek Türk vatandaşına aittir. 1934'te on sekiz yaş sınırı yirmi ikiye çıkarılmış, kadınlara da seçme hakkı tanınmıştır.
1924 Anayasası olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu, temel hak ve hürriyetlerin kökeni ve sınırları konusunda 'tabii hak anlayışını' benimsemiştir. 1924 Anayasası'nın 68. maddesine göre 'Her Türk hür doğar, hür yaşar. Hürriyet, başkasına zarar vermeyecek her şeyi yapabilmektir. Doğal haklardan olan hürriyetin herkes için sınırı, başkalarının hürriyetinin sınırıdır. Bu sınırı ancak kanun çizer'. 1924 Anayasası, yapıldığı zaman diliminde Batı anayasalarında da tam olarak görülmeyen sosyal haklar dışındaki kişi hak ve hürriyetlerini genel olarak düzenlemekle birlikte, meclis tarafından yapılacak sınırlamaların ölçüsünü düzenlememiştir. Bu durum meclis çoğunluğunu elinde bulunduranların hak ve hürriyetleri aşırı şekilde sınırlamasını mümkün hale getirmekte idi. 1924 Anayasası'nın en önemli özelliği, oluşturduğu hükümet sistemidir. Bu Anayasa, meclis hükümeti sistemi ile parlamenter sistem arasında karma bir sistem benimsemiştir. Anayasanın meclis hükümeti sistemine yaklaşan niteliklerinden bahsedersek: Türk Milletini ancak TBMM temsil eder ve millet adına egemenlik hakkını sadece o kullanabilir.
1924 Anayasası olan Teşkilat-ı Esasiye Kanunu kabul edildiği tarihten itibaren yedi defa değiştirilmiş, daha doğru bir ifade ile beş defa muhtelif maddeleri iki defa da dil bakımından değiştirilmiştir. 5 Şubat 1937 tarihli değişiklikle Anayasaya Cumhuriyetin nitelikleri eklenmiştir. Bu ilkeler, Cumhuriyetçilik, Milliyetçilik, Halkçılık, Devletçilik, Laiklik ve İnkılapçılıktır. Buna göre, Anayasanın 2. maddesi hükmü, 'Türkiye Devleti Cumhuriyetçi, Milliyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılapçıdır' denilerek devletin nitelikleri sayılmıştır. 1924 Anayasası'nda dil bakımından yapılan değişiklikler ise, 1945 yılında, dönemin öz Türkçecilik yönelimine uyularak, 10 Ocak 1945 tarih ve 4695 sayılı Kanunla 1924 Anayasası 'anlam ve kavramda' bir değişiklik yapılmaksızın Türkçeleştirilmesi amaçlanmış ancak Demokrat Parti iktidarı döneminde ise, 1952 yılında, 24 Aralık 1952 tarih ve 5997 sayılı Kanunla 1945'te Türkçeleştirilen metin yürürlükten kaldırılarak, 24 Nisan 1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilat-ı Esasîye Kanunu yani 1924 Anayasası'nın ilk hali tekrar yürürlüğe konmuştur.
1924 Anayasası'ndaki değişiklikler, devrim niteliğinde olsa da 1924 Anayasası'ndaki çoğunlukçu demokrasi anlayışının devam etmesi buna karşı herhangi bir düzenlemenin yapılmamış olması bu anayasanın önemli bir eksikliğidir. Tüm bu değişikliklere rağmen başka bir Anayasaya gereksinim duyulmasının sebebi 1924 Anayasası'nın aslında demokratik bir ruha sahip olmakla beraber demokratik geleneklerin henüz sağlam bir şekilde yerleşmemiş olduğu bir ülkede çok partili hayatın aksamadan işlemesini sağlayacak hukuki güvencelerden yoksun olmasıdır. Ayrıca kanunların Anayasaya uygunluğunu denetleyecek bağımsız bir yargı mekanizmasına sahip bir Anayasa da değildir. Nitekim bu sakıncalar, özellikle 1954- 1960 döneminde açıkça ortaya çıkmış, meclis çoğunluğunca kabul edilen çeşitli demokratik olmayan kanunlar, iktidar muhalefet ilişkilerini kopma noktasına getirmiş ve 27 Mayıs müdahalesinin ortamını hazırlamıştır. Bütün bunlara rağmen 1924 Anayasası, Atatürk İlke ve İnkılaplarını gerçekleştirmiş, laikleşme açısından en ileri adımlardan biri olmuştur. Yine 1924 Anayasası ile modern devletin temeli olan 'Millî Devlet' anlayışına geçilmiştir. Öyle ki 1924 Anayasası ile Türkiye Cumhuriyeti'nin temelleri atılmış ve değişmez temel değerleri benimsenmiştir. Böylelikle devrimsel bir niteliğe sahip Türk modernleşmesine çok önemli katkılar yapılmıştır. (Devam Edecek).