Geçiş Dönemi: 1921 Teşkîlat-ı Esasiye Kanunu
1918 sonlarında karşımızda, siyasal ve anayasal yönden çöküntüye uğramış bir devlet vardır. Ancak bu çöküş, 1922 sonlarında hem siyasal hem de anayasal kurumlarıyla yepyeni bir devletin oluşmasıyla son bulacaktır. İşte bu yıllar arasında kabul edilen 1921 Anayasası bir geçiş dönemi anayasası niteliğindedir. Mondros Mütarekesi'nden hemen sonra başlayan düşman işgalleri Osmanlıcılık, Panislamizm, Amerikan mandacılığı gibi akımları temelden çürütmeye yetmiştir. Artık halk milli ve bağımsız bir devletin kurulmasının gerekliliğini anlamıştır. İşte bu olumsuz koşullar öyle bir zemin hazırlamıştır ki, Anadolu'da Müdafaa-i Hukuk hareketleri başlamış ve Anadolu'ya geçen Ulu Önder Mustafa Kemal'in önderliğinde Erzurum ve Sivas Kongreleri'nin yapılmasıyla millî direniş belli bir aşamaya ulaşmıştır. Bu koşullarda doğal olarak birtakım anayasal tezler de ortaya çıkmıştır. Bunların başında 'milli devlet', 'anavatan', 'millet egemenliği' gibi temel düşünceler gelmektedir. Tüm gelişmeler ve milli düşünceler, Mustafa Kemal önderliğinde oluşan fiili-demokratik bir iktidara yol açacaktır. Buna karşılık 21 Aralık 1918'de Vahideddin tarafından Meclis-i Mebusan'ın feshedilmesi sonucu Osmanlı Devleti'nde bir iktidar boşluğu oluşmuş, ayrıca varolan siyasi güç İstanbul dışında söz geçiremez duruma gelmiştir. Aralık 1919'da yapılan genel Meclis-i Mebusan seçimlerinde Müdafaa-i Hukukçular büyük çoğunluğu elde etmiş ve son Osmanlı Meclis-i Mebusan'ı yurdun bölünmezliğini ilan eden Misak-ı Milliyi kabul etmiştir.

Milli Meclis Açılıyor
Ancak kısa bir süre sonra bu Meclisin İstanbul Hükümeti tarafından feshedilmesi üzerine, Mustafa Kemal, illere gönderdiği bir tamimle Ankara'da olağanüstü yetkilere sahip bir meclisin toplanacağını bildirerek yeni seçimler yapılmasını istemiştir. Yapılan seçimlerle belirlenen yeni üyeler, İstanbul'dan gelen üyelerin katılımıyla 23 Nisan 1920 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi açılmıştır. Bu Meclis, bir 'kurucu meclis' niteliği taşımaktadır. Olağanüstü yetkilerle donatılması, bu meclisi kurucu meclis yapmaktadır. Tam olarak yeni devletin kurulmadığı ve Osmanlı Devleti'nin de son bulmadığı bir dönemde açılan ve görevlendirilen bu meclisin meşruluk sorununun olduğu da bilinmektedir. İşte bu konudaki karışıklığı gidermek için Meclis birtakım girişimlerde bulunur. Bunlardan ilki 2 sayılı ve 29 Nisan 1920 tarihli Hıyanet-i Vataniye Kanunu'dur. Bu kanuna göre meclise karşı yapılan isyan, bozgunculuk niteliğindeki söz ve fiilleri yapanlar vatan haini ilan edilip idam cezası ile cezalandırılmaktadırlar. İstanbul ile her türlü resmi haberleşmenin kesilmesi ve en önemlisi de İstanbul'un işgalinden sonra Türkiye Büyük Millet Meclisi onayı olmaksızın İstanbul tarafından yapılan ve yapılacak tüm anlaşma ve sözleşmelerin geçersiz sayılması yani meclisi bağlamaması meşruluk konusunda yapılan diğer girişimlerdir.

Teşkilat-ı Esasiye Kanunu ve 'Türkiye Devleti'
1921 Teşkilat-ı Esasîye Kanunu, 'Türk Devleti'nden değil, 'Türkiye Devleti'nden bahsetmektedir. Türkiye Devleti'nden kasıt; elbette ki 'Türk Devleti'dir. Kanunun 3. maddesine göre; 'Türkiye Devleti, Büyük Millet Meclisi tarafından idare olunur ve hükümeti 'Büyük Millet Meclisi Hükümeti' unvanını taşır'. 'Türkiye Devleti' ibaresi, etnik kökeni, dili, dini ve kültürü ne olursa olsun, belli bir siyasal coğrafya (ki bu coğrafya Misak-ı Millî sınırlarını ifade etmektedir) içinde yaşayan insanların siyasal birleşmesinin en üst noktası olan devleti ifade etmektedir. Türkiye Devleti sözü genel coğrafi anlamda devletin sınırları ile var olduğu siyasal hakimiyet alanını belirlerken bir taraftan da Türk Devletine atıf yapmaktadır. Yani Türkiye Devleti demek siyasal ve bireysel anlamda Türk Devleti demektir. Bunun aksi iddiaların hiçbiri tutarlı bilimsel sonuçlar içermemektedir. Ayrıca, Osmanlı Devleti'nin var olduğu tarihte, aynı topraklar üzerinde bir başka devlet kurulduğunu ilan etmek Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun en devrimci özelliklerinden biridir. Gerçi TBMM İcra Vekilleri Heyeti ve Encümen-i Mahsus'un anayasa tasarılarında 'Türkiye Devleti' ibaresi yoktur. Tasarılarda 'Türkiye Halk Hükümeti' ibaresi yer almıştır. Bunda tabii ki o dönemde esen halkçılık rüzgarları etkili olmuştur. Ayrıca devletin isminin 'Türkiye Devleti' olmasında etkili olan kişi Rıza Nur'dur. Bu bakımdan Rıza Nur'un devletin isim babası olduğu da söylenir.

Milli Egemenlik
1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun en yenilikçi ve en önemli ilkesi, 'Milli Egemenlik' ilkesidir. Anayasa ilk çıkarıldığında saltanatın kaldırılacağı yönünde bir hüküm taşımamaktadır. Ama şu da açıktır ki, milli egemenlik ilkesi monarşik bir yönetim sistemiyle de bağdaşmaz. Buradan hareketle milli egemenliği yaratacak olan topluluk da kuşkusuz Türk halkı, Türk Milleti olacaktır.
'Hakimiyet, bila kayd-u şart (kayıtsız şartsız) milletindir. İdare usulü, halkın mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına müstenittir.' ilkesi 1. maddede yerini almıştır. Hakimiyetin, millete 'bila kayd-u şart' yani kayıtsız ve şartsız millete verilmesiyle Osmanlı-Türk anayasal tarihinde bir dönüm noktası yaşanmıştır. Bu tarihten günümüze kadar milli egemenlik ilkesi anayasalarımızın en temel taşı olmuştur. Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda benimsenen sistem temsili demokrasidir. Anayasa görüşmeleri sırasında önerilen referandum ve halkın kanun teklifinde bulunması gibi konuların kabul görmemesi de buna dayanır. 1921 Teşkilat-ı Esasîye Kanunu halkın yönetime katılmasına önem vermiştir . Yeni ve Türk Milletinin ilk Anayasası olan bu Anayasa ve sonrakilerde, bağlayıcılık yaptırımı Padişah gibi bir yetkilinin yemini ile sağlanmamıştır.
1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nun temelinde geçiş döneminin ihtiyaçlarını karşılama kaygısı yatsa da bu Anayasa Cumhuriyet anayasacılığı bakımından kalıcı izler bırakarak kendinden sonraki anayasaları da etkilemiştir. İlk başta devlet konusunda devrimsel bir değişim yapmış, egemenlik konusundaki düzenlemesiyle de bir ilktir. Ayrıca getirdiği kuvvetler birliği ve meclis hükümeti sistemi 1960'lara kadar kendini hissettirecektir.
1921 Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda değişikliğe yol açan nedenlere baktığımızda ; bu dönemde Türk Anayasa düzeninde değişiklikler getiren bazı siyasal atılımlar meydana gelmiştir. Bu tür değişikliklerin nedeni, Milli egemenliği tüm yönleri ile harekete geçirmek suretiyle Atatürkçülüğün çizdiği modern medeniyete ulaşmak azim ve iradesidir. 1 Kasım 1922 tarihinde Saltanatın kaldırılmasına ilişkin parlamento kararıyla yeni 'Türk Devleti' tam anlamı ile kendini kabul ettirmiştir. Her ne kadar saltanatın kaldırılması merkezi bir devletin iki başlılığı reddetmesinin ve TBMM hükümetinin 1921 Anayasası ile doğal olarak devlet haline geldiğinin sonucu ise de, bu aşamanın tamamlanması kaçınılmazdır.

Cumhuriyetin İlk Anayasası: 1924 Anayasası
Bazı araştırmacılara göre; 1924 Anayasası'nın 88. maddesinde 'Türk Vatandaşı' olma ile 'Türk Olma' arasında derin bir ayrım yapılmış ve yapılan ayrım bu dönemde çıkarılan hemen hemen tüm kanunlarda gözetilmiştir. Nitekim bu anayasanın '92. maddesi devlet memuru olabilmeyi siyasi haklara sahip olan her Türk'e '(iddiaya göre Türk vatandaşına değil) vermiş, dolayısıyla Türk vatandaşı olup Türk olmayan azınlıklar devlet memuru olma haklarını yitirmişlerdir'. Bu görüşe katılmanın hemen hemen hiçbir bilimsel temeli ve tarihsel manada ilmi bir arka planı yoktur. Bu anakronik düşünce herhalde tarihsel perspektifte yaratılan suni çarpıtmalar nedeniyle ortaya çıkmaktadır. Dolayısıyla 'Türk' kavramını tarihsel sosyoloji içinde inceleyebilirseniz böyle toptancı bir bakış açısından kaçınmış olursunuz. 1924 anayasasındaki net çizgiler ile görülmeye başlayan 'Türk', 'Türk Vatandaşı', 'Türkiye Devleti' gibi kavramlar biraz tarih okumalarına ihtiyaç göstermektedir. Ayrıca günümüzden yapılan çözümlemeler, eğer o günleri iyi analiz edememişseniz sizi doğru sonuçlara götürmemektedir.
Çok özet olarak ve kabataslak yapılan bir çözümleme içinde 24 anayasası da dahil olmak üzere 'Türk' kavramı etnik bir kavram olmaktan uzaktır. Irkî ve etnisist bir eğilim içermez. Hatta bir devleti vareden coğrafi sınırların, siyasal egemenliğin yaşandığı milli sınırların oluşumunun da altını çizmek adına yaratılmış 'Türkiye Devleti' lafzı ile 'Türk Devleti' kavramları hemen hemen aynı temel anlamı taşımaktadır. Diğer maddelerde Türklüğün tanımının ve anlamının zaten 'Vatandaşlık'a bağlanıyor olması diğer çıkarsamalar dışarıda bırakılsa bile 'Türk' olgusunun bir ırkı, etnisiteyi anlatmadığı çok açıktır. (Devam Edecek).