Hoybun'a katılan aşiretlerin uyumlarını garanti altına almak için, parti tüzüğünün yükümlülüklerinden biri de kardeşlik andıdır ;

'Kardeşlik Andı ;
Şu anda imza ettiğim tarihten itibaren, iki yıllık zaman süresince, eğer Kürt ulusunun varlığını ve güvenliğini tehdit eden bir tehlike ortaya çıkmazsa ve şayet hayatımın ve şerefimin ya da kendi şerefini koruyan, ailesini ve Kürtlüğü korumaya zorunlu şahıslara (ki ben onlara karşı vazifeyle yükümlüyüm) karşı başka bir Kürt tarafından bir hücum olmazsa, herhangi bir Kürde karşı silah kaldırmamayı, kan davalarının ve diğer anlaşmazlıkların çözümünü bu iki seneyi takip eden döneme ertelemeyi, iki Kürt arasında kişisel nedenlerden dolayı kardeş kanı dökülmesine tüm gücümle engel olmaya, dinimin, şerefimin ve kutsallıklarımın üstüne yemin ederim. Vallah, Billah bu andı bozan herhangi birisi Kürt ulusunun düşmanı ve hainidir. Herhangi bir hainin hak ettiği ceza ölümdür'

Kürtçü Tezlerdeki Dini ve Saltanatçı Referanslar

Hoybuncu Celadet Ali Bedirhan'ın, Mustafa Kemal Atatürk'e Paris'ten yazdığı ve aslında bir meydan okuma niteliği taşıyan mektup, bu çetenin amaçlarını ve kafa yapılarını ortaya koymaktadır. Türkiye'ye ve özellikle de Atatürk'ün yürüttüğü milli yenileşme hareketlerine, Kürtçü Bedirhan şöyle bakmaktadır ;
'Yeni Türkiye yükselme ve ilerleme yolunda dev adımlarla yürürken herşeyi, bilhassa İslamiyet'in uhrevi ve dünyevi bir dinin bütün abidelerini yıkıyor, eserlerini ve basılmış kitaplarını yakıyor, çeşitli ırk ve unsurlar arasında adeta milli bir birlik vücuda getiren ve İslam dininin feyizli kaynağından doğan bir siyasi kuralları, yerine hiçbir şey koymaksızın ortadan kaldırıyor, kökleriyle beraber söküyor ve mahvediyordu. Öyle bir sökme işi ki devirdiği her sütunun temeli ebediyen boş kalmaya da bir kötülük çukuru, geçmişe ağlayan bir matem türbesi. Türkiye modernize ediliyordu. Evet, Türkiye'nin tarihini, geleneklerini, ahlakını 24 saat öncesine gelinceye kadar yaşayan bütün kurumlarını bir darbede yıkan, kemikleri henüz mezarlarda çürümemiş dünkü babalar hakkını inkar eden bir modernizasyon'
Bu Kürtçü sözde aydın, bütün tezlerini dine dayamakta, İslamcı eski düzeni, açıkça yeni düzenden üstün görmektedir. Yenileşmeye şiddetle karşı çıkan ve bunu lanetleyen bir zihniyetle hareket ettiği anlaşılan Celadet Ali Bedirhan'ın bu tavrını, onun çağdaşı olan bütün Kürtçülerde görmekteyiz. 1925 isyanının elebaşısı Şeyh Sait de hemen hemen aynı gerekçelerle silaha sarılmıştı. Onun isyan öncesinde verdiği demeçler de hemen hemen aynı temele dayanmaktaydı ;
'Kurulduğu günden beri, Din-i Mübin-i Ahmedi'nin (Kutsal İslam Dininin) temellerini yıkmaya çalışan Türk Cumhuriyeti Reisi Mustafa Kemal'in arkadaşlarının, Kuran'ın ahkamına aykırı hareket ederek Allah ve peygamberi inkar ettikleri ve İslam halifesini sürdükleri için, gayr-ı meşru olan bu idarenin yıkılmasının bütün İslamlar üzerinde farz olduğunu, Cumhuriyetin başında bulunanların ve Cumhuriyete tabi olanların mal ve canlarının Şeriat-ı Gurre-i Ahmediye'de (Peygamberin Yüce şeriatına) göre helal olduğu…..'
Aynı düşmanlık, Kürtçü okumuşların Alevi kanadında da karşımıza çıkar. Bunun en aşırı örneğini de Baytar Nuri Dersimi oluşturur. Dini kullanarak geri kalmışlık düzenlerini devam ettirmek isteyen bu zümrenin, çağdaş yapılanmaya karşı verdiği savaş daha sonra da devam etmiştir. Bunlardan birisi de Said-i Nursi veya bir dönemde kullandığı adıyla Said-i Kürdi'dir. Kürt Sait de aynı Bedirhan gibi, Şeyh Sait gibi Türk devrimlerine şiddetle karşı çıkmış, hayatını da devrimi yok etme mücadelesine adamıştır. Said-i Nursi, işin silahla ve Kürtçülükle götürülemeyeceğini görünce bu eğilimi bırakmak zorunda kalmış ama dini kullanmayı derinleştirerek devam etmiştir. Böylece çevresinde Nur talebeleri denilen bir ekip yaratmıştır. Bu çalışmalarında Türk kesiminden de oldukça yandaş kazanmıştır. Yeni düzeni dine aykırı göstererek kötülemek, yeni düzeni yaratan kadroları dinsizlikle suçlamak ve eski düzeni övmek en belirgin argümanları olmuştur. Bu tavırları ile Kürtçü gericilerin, Türk şeriat yandaşlarıyla doğal ittifak oluşturduklarını söylemek yanlış olmasa gerek.

Ermeni-Kürtçü İşbirliği

Osmanlı Devleti'ni resmen parçalayan Sevr Antlaşması 10 Ağustos 1920 tarihinde imzalanır. Emperyalistlerin barış konferansı dedikleri bir sürecin sonunda imzalanan bu yıkıcı anlaşmadan önce, Ermeniler ile Kürtler, Türk topraklarında Ermenistan ve Kürdistan isimli iki ayrı devlet kurmak için anlaşmışlardır. Bunlar, Barış Konferansı'na verilmek üzere bir önerge hazırlamış ve imzalamışlardır ;
'Büyük Barış Konferansına, Bay Başkan!
Bizler, aşağıda imzası bulunanlar Ermeni ve Kürt uluslarının temsilcileri Büyük Barış Konferansına, iki ulusun da aynı arî kavminden ve çıkarlarının da aynı olduğu ve aynı amacı, yani kendi bağımsızlıkları amacını güttüklerini belirtmekten şeref duyarız. Özellikle Ermeniler insafsız Osmanlı idaresinden kurtulmak çabasındadırlar ve genellikle de hem Ermeniler ve hem de Kürtler her iki ulusa da facialar getiren 'İttihat ve Terakki' komitesinin resmi veya gayr-ı resmi kabinelerinin boyunduruğundan kurtulmayı zorunlu bulmaktadırlar. Şu halde Barış Konferansından, aramızda tam anlaşmaya varmış olarak beraberce sizden ulusların hakları prensibine uygun olarak 'Birleşik Bağımsız Ermenistan' ve 'Bağımsız bir Kürdistan'ın yaratılmasını, kurulacak olan bu devletlerin, halklarımızın istekleri göz önüne alınarak, büyük devletler yardımını alabilmesinin teminini, bu konuda karara varılmasını ve de ülkemizin tekrar gelişmesi süresinde bu devletlerin gerekli olan ekonomik ve teknik yardımlarını esirgememelerini rica ediyoruz.
Delegasyonlarımız tarafından sizlere sırayla raporlar şeklinde sunulan aramızdaki anlaşmazlık konusu olan topraklara gelince, açık bir şekilde sizlere temin ederiz ki bunların bir çözüme bağlanmasını barış toplantısının kararlarına bırakıyoruz. Çünkü, verilecek kararın adaletli bir şekilde verileceğine eminiz. Aynı zamanda her iki devletimizin de içinde yaşayan azınlıkların hukuki haklarına saygı göstermek konusunda tam bir birlik içinde olduğumuzu da bildiririz.
İmzalar:
Boğos Nubar: Ermeni Milli Delegasyonu Başkanı
Dr. H. Ohancanyan: Ermenistan Cumhuriyeti Delegasyon Başkanvekili
Şerif Paşa: Kürt Milli Delegasyonu Başkanı' 20 Kasım 1919- Paris'
Bu önerge barış konferansına sunulduktan sonra, 'Ermeni Cumhuriyeti'nin Washington elçisi Armen Garo (Dr. Karekin Pastırmacıyan) önergeyi imzalamış olan Boğos Nubar ve H. Ohancanyan'a karşı bir protesto gönderir. Armen Garo'ya göre bu önerge ile Ermeni ulusu, Kürt ulusuna toprak konusunda belirli tavizler vermiş oluyor ve böylelikle tartışması gereksiz Ermeni toprakları üzerinde Kürtlerin müdahalesine kapı açılıyordu. Şüphesiz ki bu protestonun yapılmasına yol açan o dönemde Ermeni siyasi liderlerinin sahip oldukları genel fikirleriydi. Buna göre denizden denize Ermenilerin toprak hakları tartışma götürmezdi. Garo Sasuni sonraki durumu ise şöyle anlatır ;
'Sevr'de Ermenistan'ın bağımsızlığı ve özgürlüğü konusu (herkesçe bilindiği gibi) kesin olarak imza edildi. Ermenistan Cumhuriyeti'nin Batı ve Güney sınırlarının tespit edilmesi için ABD Reisicumhuru Wilson, hakim olarak tayin edilmişti. Wilson aynı senenin sonbaharında Ermenistan'ın kesin sınırlarını müttefik kongresine sundu. Bu sınır Trabzon ve Giresun arasında, Giresun'un 20 km. Doğusundan başlayarak, Dersim'in Doğu eteklerine, Erzincan'ın 20 km. Batısına kadar inip sonra Erzincan'ın Güneyinden Bingöl dağlarının Güney eteklerine varır. Surp- Garabet dolaylarından Güneye doğru Susan sıradağlarının Kuzey tepelerinden geçer ve Bitlis'in 20 km. Güneyinden devam ederek İran sınırına ulaşır. Bu sınırlar içinde kalan Osmanlı Ermenistan'ı ve Kafkas Ermenistan'ı, Birleşik ve bağımsız bir devlet oluşturuyordu. Kafkas Ermenistan'ı kısmının Kuzey ve Doğu sınırları ise ya Rusya ile ya da diğer bağımsız Kafkas Cumhuriyetleri ile sulh müdahalelerinin imzalanmasıyla nihai bir duruma geçecekti.'
İlk el Ermeni kaynaklarından aktarılan bilgiler, önemli bir olguyu ortaya koymaktadır. Ermenilerle Kürtler arasında kurulan bu birlik, Ermenistan ve Kürdistan projelerinin toprak alanları konusunda doğan anlaşmazlık yüzünden yürütülememiştir. Çünkü, Ermeniler, Kürtçülerin Kürdistan toprağı saydıkları bölgenin önemli bir bölümünü de istemektedirler. İşte bu durumu bilen Mustafa Kemal, bu iki milliyetçi kesim arasına girerek, onların ortak çalışma yapmalarını engellemeye başlar. Bunun için de milliyetçi Kürtlere karşı dindar Kürtleri kullanmaya çalışır. Ayrıca Hamidiye Alayları içinde yer alan aşiretleri de Ermenistan projesine karşı yönlendirmeye çabalar. Böylece Kürtleri ikiye böler. Bunun sonucunda etnik milliyetçi Kürtler zayıflar, hilafetçi Kürtler ise hiç değilse tarafsız konuma geçerek Ulusal Kurtuluş Savaşı'nı başlatanlara dolaylı olarak destek vermiş olurlar. Böylece de Sevr antlaşmasına yerleştirilen Kürdistan projesi ile ilgili maddeler işe yaramaz hale getirilir (Son).