Eski zaman içinde günlerden bir gün, bir tırtıl gözlerini dünyaya açar. İçgüdüleri ile hareket edip önüne ne gelirse yemeye ve yeni yuvasını kurmaya başlar.
Bir müddet sonra yuvasına girer ve yeniden doğuşun mucizevî güzelliği ile muhteşem bir kelebek olarak uçsuz bucaksız doğa içinde mutlulukla kanat çırpar. Kelebek, cennet gibi bu güzelliklere yukarılardan bakmak ve ömrü yettiğince bu güzellikleri görebilmek için uçar, uçar, uçar.
Dağlar tepeler aşar, ormanların üzerinden geçer, derken bir vadide dinlenmek için aşağıdaki çiçekler arasına iner. Çiçeklerle bezenmiş bu cennet köşesindeki bir tanesi, onca çiçeğin arasında kelebeğin tüm dikkatini çeker ve karşı koyamadığı bir istekle bu çiçeğin yanına uçar.
Bu çiçek doğanın hiç bir şey esirgemediği, güzel bir papatyadır.
'Merhaba sizi uzaktan gördüm, ama yakından çok daha güzelmişsiniz!' der kelebek.
Utanır papatya. Tüm utangaçlığıyla:
'Hoş geldin, ben de yalnızlıktan çok sıkılıyordum, iyi ki geldin!' der.
Ve aralarında hoş bir sohbet başlar. Birbirlerine kendileri hakkında bilgiler verirler, sohbet iyice koyulaşır ve akşam olur. Geceyi birlikte geçirirler. Gökyüzüne dalıp ayı, yıldızları seyrederler. Hayallere dalıp öylece uyuyakalırlar.
Kelebek, sabah uyandığında papatyayı seyrederek ona duyduğu hissin hayranlıktan öte bir duygu olduğunu, onsuz olamayacağını hisseder.
Güneşin kızgın ışıklarının papatyanın narin yapraklarına zarar vermemesi için onun üzerinde uçup ona gölge yapar, ona sevgisini haykırmak ister. Ancak,
'Ya o beni sevmemişse, ya beni artık yanında görmek istemezse!' diye korkar, bir türlü hislerini açamaz.
Ne var ki papatya da aynı duygular ile yanmakta ve yine aynı korku sebebiyle aşkını itiraf edememektedir.
Bu şekilde birbirlerinden habersiz iki sevgili saatlerce süren mutlu birlikteliklerini devam ettirirler. Ve kelebek artık yorgun düştüğünü, gitme vaktinin geldiğini hisseder:
'Ben artık gitmeliyim.' der.
Sonsuz bir acı içine düşen papatya, derin bir üzüntüyle:
'Neden, yoksa yanımda mutlu değil misin?' diye sorar.
'Hayır, düşündüğün gibi değil. Biz kelebeklerin ömrü üç gündür ve ben ömrümü tamamladım.' der kelebek.
Bu sözler papatyanın yüreğine ok gibi saplanır.
İyice halsizleşen kelebek son bir gayretle:
'Seni çok seviyorum!' der.
Papatya üzüntü içinde iken, duymuş olduğu bu itiraf karşısında adeta birden donar kalır, sadece dudaklarından:
'Ben de!' lafı zorla çıkar.
Kelebeğin ardından gözü yaşlı bir şekilde bakarken:
'Beni seviyormuş. Keşke bilebilseydim, keşke ben de daha önce söyleyebilseydim.' diyerek gözyaşlarını kalbine akıtır.
Bu üzüntü papatyanın yaşama isteğini yok eder, yaprakları sararıp solmaya, bir bir düşmeye başlar. Her yaprak düşüşünde içinden:
'Beni seviyormuş.' der.
O günden bugüne aşıklar sevildiklerinden emin olmak için papatyanın yapraklarını koparırlar:
Seviyor, sevmiyor, seviyor, sevmiyor…

***

İki gün sonra gelecek olan 'Sevgililer Günü'nü, sosyal medyadan alıntı bu öyküyle karşılayayım dedim.
Her ne kadar, tüketimi artırmak için neoliberal sistemin icadı, ticari bir gün olarak görsem de, insanların sevgiye olan ihtiyacını da iyi bilenlerdenim.
Sevgi, kalpten kalbe gönül köprüsü kuran bir büyüdür. Canlıdır, heyecanlıdır, mutluluk ve şefkat taşır. Hissedilen sevgi, duyulan saygının da kanıtıdır.
Sevginin sesi vardır; olmalıdır. Sevgi dolu sözcükler hem söyleyeni, hem söyleneni hayata bağlar.
Sadece bir gün değil, nefes aldığımız her gün sevgimizi ifade edebilmek, tükenmeyen bir yaşam enerjisidir.
Sevdiklerimize, 'Seni seviyorum!' diyebilmeliyiz.
Hemen şimdi, çok geç olmadan!