'Küresel sermayenin saklı seçilmiş aileleri vardır. Dünyayı kimseyle paylaşmak istemiyorlar. Onları siz seçmediniz, yok etmek için onlar sizi seçti! Buna biz izin verdik.' (s.472)
***
Rockfeller, Dupont, Gates gibi çoğu birbiriyle akraba, tamamı 147 aileyi,
Monsanto/Bayer, Cargill, DowDupont gibi birbirine göbekten bağlı yüzlerce şirketi…
Soner Yalçın, gıda sosyo-ekonomisini yönlendiren saklı seçilmişlerin, ellerindeki küresel şirket/sermaye, üniversite, laboratuar, basın/medya ve yerel işbirlikçileri yardımıyla, dünyada 'adı konulmamış bir biyolojik savaş' başlattıklarını anlatıyor kitabında.
Uzmanlar gıda sağlığı konusunda insanları uyarıyor, ama sorunun sadece bir sağlık sorunu olmadığını, kirli bir gıda terörü düzeni kurulduğunu, doğrudan 'yoksul kitlelere soykırım' uygulandığını iddia ediyor. Kullandıkları da;
'Biyolojik gıda silahı!'
***
Buğday, arpa, pirinç, bakliyat, şeker, mısır, soya, pamuk, fındık, çay, meyve, sebze, tütün, zeytin, yağ, et, süt, yoğurt, peynir…
Aklınıza gelebilecek her türlü gıda ürünü üzerinde hibrit tohumlar, GDO'lu ürünlerle oynanan ölümcül oyunları,
Yem, ilaç, kimya ve gübre sanayilerindeki pislikleri,
Silah, makine, plastik endüstrisindeki düzenbazlıkları;
Sonucunda artış gösteren kanser, şeker, obezite, kısırlık, parkinson, zeka geriliği, bağışıklığın yıkılması gibi sağlık sorunlarını,
Belgeleriyle, bilgileriyle ortaya koyuyor.
***
Küresel şirketlerin bir ülkeye el atmaya başladığı, basında çıkan 'açlık on yıl içinde tarihe karışacak' haberlerinden anlaşılabileceğini söylüyor kitap.
Shakespeare'in sözüne uygun bir şekilde:
'Şeytan bir günah işleyeceği zaman, önce günahı kutsallık zırhına sarmakla başlarmış.'
***
Kitabı okuyunca, daha iyi anlıyor insan.
Üretim fazlası endüstriyel tarım ürünlerine pazar arayan küresel şirketler, özellikle az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere 'hibe' yoluyla giriyorlar.
Medya/basın/sağlık sektörlerinin reklama dönük katkılarıyla algılar ve imajlar üzerine 'yeni bir yaşam tarzı' dayatıyorlar.
Yemek programlarında kullanılan, anamızın mutfağında görmeye alışık olmadığımız, 'bulun kardeşim, alın kardeşim' mesajı taşıyan ürünler geliyor aklımıza. Fast food sektörünün gelişimini; zaman içinde bazı gıdalar hakkında 'kötüleme ile övme' arasında dil değişimi yaşayan, ama yüzü kızarmayan uzmanları izliyoruz.
Buldukları yerli işbirlikçilerini kullandıklarını; ülkesine ve Cumhuriyet'e kanat geren bürokratları, mühendisleri, bilim adamlarını pasifize ettiklerini;
Gerekli yasaların çıkmasını sağlayarak ve köylüyü/çiftçiyi kendi çizgilerine mecbur ettiklerini anlıyoruz.
Anlıyoruz ki, sonunda;
'Tarımsal üretimde kendine yeten Türkiye gibi ülkeler bile, dışa bağımlı politikalar sonucunda her tarımsal ürünü ithal eder hale geliyor.'
Öyle olmadı mı?
***
Bu kitaptan alınacak bilgiler ve yorumlar bir köşe yazısına sığmaz. Keşke yazar, kişi ve şirket adlarıyla boğmadan daha yalın anlatabilseydi meramını. Bilen bilir, Soner Yalçın'ın tarzı bu: Belgeci, bilgici. Yanına bir de aceleci dilini eklersen…
Termik santral için yok edilmesi düşünülen tarım arazilerinin, satışa sunulacak şeker fabrikalarının gündemde olmasının motivasyonuyla okumuştum bu kitabı.
Okumaz olaydım!
Meğer yanına sakinleştirici alıp da okunması gerekiyormuş.
Abartmalar mutlaka vardır, ama yarısını abartı diye atsan bile, kalanı geçmişten bir şarkıyı hatırlatıyor insana:
'Oynatmaya az kaldı!'