Kalem saplanır bağrına yarınların, düne bakarken içine küser bulutlar; yağmur yağamaz, hüzünlenir gökyüzüm bulutsuzluk özlemiyle. Şiirin elleri saklar kendi yalnızlıklarımızın esrik kaldırımlarını, düşer insan boşluktan kendi içine. Üstat Salih Mercanoğlu içimize hakim olamadığımız ağır gecelerde büyüklük eder kelimelerin ıssız yolculuğundan mavi sulara. Üstada çok sevildiği Eskişehir'den sevgiler selamlar gönderiyorum.

-Edebiyat Ve Hayat Söyleşileri-

--İlk yazdığınız yazıyla şimdiki yazılarınızı kıyaslayınca ne görüyorsunuz?

İlk yazdıklarım, o dönemki birikim ve yaşamışlığımla ilgili olduğu için bir kıyaslama yapmam çok zor. Ben, şiirle başladım, fakat ilk gençliğimden bu yana şiir kitaplarından çok düzyazı okurum. İlk düzyazı denemem de öykü dalında oldu. Üç öykü yazmıştım. İkisini Burhan Günel Karşı Edebiyat'ta yayımladı. Samimi öykülerdi. Fakat teknik açıdan yeterli olduğunu sanmıyorum. Aynı öyküleri, şimdi anlatmaya kalksam kuşkusuz farklı bir metin ortaya çıkardı. Daha mı güzel olurdu? Bilemiyorum, en azından kimi aksaklıkları giderirdim. Yazılarımda sadece bu kıyaslamayı yapıyorum. Şiir ise sanırım zamanla yerine oturduğu için doğal olarak ilk yazdıklarımdan daha farklı olacağını söyleyebilirim.

--Şiirin evrensel bir gelişim süreci var mı ve bu hep olumlu anlamda mı ilerler?

Yararlanılan kaynaklar (gelenek, folklor, tekno vb.) her ne olursa olsun şiirin kendisi zaten evrensel olmalıdır. Tarihsel gelişim sürecinden söz edersek destanlardan tutun soyut şiire kadar mutlaka bir dizi çeşitlilik görebilmek mümkün. Fakat bu, değişimden çok akımların etkisiyle yenilenen ya da yeniden var edilen, ancak geçmişinden faydalanılan bir şiirdir. Böyle olması da doğaldır. Çünkü şiir de toplumsal süreçler ve gelişen teknolojiye yaklaşması gerekir. Tersi bir durumda güncelliğini yitirir. Buradaki güncellikten kastım popülerlik. Ama her güncellenen şiirin olumlu ve kalıcı olduğunu söylemek yanlış; burada şairin özgünlüğünü ve kullandığı tekniği göz ardı etmemek gerek. Toplumsal gelişme ile dil de değişir. İster aşk şiiri, istersen doğa şiiri yaz, sonuçta toplumsal değişimin oluşturduğu dili kullanmak zorundasın.


--Yazarın üretim sorunu yaşadığı süreç de edebiyata, şiire dahil mi?

Bilincin oluştuğu yaştan kalemi eline alıp yazmaya başladığın yere kadar yazacaklarını hazırlayan bir süreç var. Bu süreç içerisinde bir derdin var kalemi eline almaya zorlayan. Bu dert bende kopuk kopuk değil de bütünsel bir imge olarak ortaya çıkıyor. Ya da ben böyle düşünüyorum, belki de tarzım bu. Farklı düşünen şair arkadaşlar da var; bir dize bulup o dizeyi çoğaltarak yapı kuran arkadaşlar… Ben böyle bir yapı kuramıyorum, bunu pekala yapabilirim, ama belki de 'bu kez derdimden uzaklaşmış olurum' düşüncesiyle yapamıyorum. Önce yazacağım şiirin, ya da derdin kabaca bir imgesi oluşuyor bende, içimde onu(söylemek istediğim şeyi) taşıyorum ama 'o' nasıl bir şey bilmiyorum. Ancak tam olarak olgunlaştığı zaman kendiliğinden oluşuyor. Geriye işçilik kalıyor.

--Yazamamak bir yazarın içinden geçerken neler yapması gereken bir süreç?

Mutlaka yazıyorum. Yazmam gerekenin şiir olma durumu yoksa, uzun bir anlatıya soyunuyorum ya da günceme bir not olarak düşüyorum. Bu yüzden bir sıkıntım olmuyor.

--Şiir, öykü ve roman dediğimizde, aralarındaki fark sizce nasıl tanımlanır? Daha zor ve daha kapsamlı tanımları sizce burada kullanılabilir mi?

Şiirle öykü birbirlerine daha yakın görünüyor. İkisi de bütünden kırpılmış birer kesit. Yani ne başı var ne de sonu. Okuyucuyu sınırlayan bir şey yok. Özgürlük alanı oldukça geniş. Romansa daha zor, sabır ve emek isteyen bir iş. Benim de bir roman denemem oldu, bu zorluğu yaşadım. Yıllar önce bir acımı anlatmak istedim. Şiir burada yetersiz kaldı, ya da ben yetersizdim. Tuttum roman olarak yazdım. Aslında önce roman da değildi, bir dosta yazılmış mektuplardı. Sonradan o dostum bana bunun roman olabileceğini söylemişti. Onun bu düşüncesini hayata geçirmek istedim. Yazdıklarımı kurgulamaya başladım. Her şey tamamdı, ama o kadar çok şiire yakındı ki bu beni rahatsız etti. Okuyucu da rahatsız edebileceğini düşündüm. Üstelik kullandığım şiir dili romanı samimiyetsiz kılıyordu. Ben de tuttum baştan sona dosyadaki tüm o kulağa hoş gelen fakat romanın kurgusuna ters düşen cümleleri değiştirdim. Hatta düzyazıya dönüştürdüm. İlk yazdığım roman (Ölü Kelebek Toplayıcısı) son romanım da diyebilirim. Çünkü bir daha bu işe kalkacağımı sanmıyorum. Bu yüzden roman yazarlarına karşı büyük bir hayranlığım var.
Öykü, şiirle roman arasında ara motif gibi geliyor bana. Öyküyü de çok önemserim. Müthiş haz alırım. Hep söylemişimdir, şiirle epey uğraştım fakat şiirin öykü ve roman kadar yeri ya da izi olmamıştır bende.

--İlk yazdığınız şiirde bugünlere uzanan metaforlar görüyor musunuz? Şair ilk şiirini saklar mı?

İlk yazdığım şiirleri küçümsemem doğru olmaz. Ben o dönem ne kadarsam şiirlerim de o kadar olacaktır, bu çok doğal. O gün kullandığım metafor, metafordan çok benzetme ile sınırlıydı. Yani bir başka şekilde ifade etme gücü(m) o kadardı. Yazdıkların zaman içinde farkında olmadan değişiyor ya da dönüşüyor. 80'li yıllarda yazdığım ilk şiirlerimi 'Sevgi ile Semah' adlı bir kitapta toplamıştım. Şöyle düşünmüştüm: Taşrada, teknik yetersizlik nedeniyle kitap yanlışlarla dolu basılmış. Bu kez telafi etmek için toplu şiirlerim 'Yer Dediğin Göğün İçinde' kitabımda düzenlemiştim. Bu kez de bu yeni kitabımda da yer yer yanlışlıklar oldu. Anladım ki bunun teknikle ve acemilikle bir ilgisi yok, sadece dikkatsizlikle (benim dikkatsizliğim) oluşan, geri dönüşü .imkansız olan basımlardı. Bunu sonradan fak ediyor insan.



--Başucu kitaplarınız nelerdir?

Etkilendiğim çok kitap var. İçlerinde Yenişehir'de Bir Öğle Vakti ve Berci Kristin Çöp Masalları… Bu iki kitabın bende ayrı bir yeri var. Her iki kitapta anlatılan mekan çocukluğumun geçtiği mekandı ve özellikle Latife Tekin'in anlattığı fantazyayı çocukken yaşadığımdan emindim.
Bu iki kitap kadar etkilendiğim bir çok kitap oldu ama aklıma ilk gelen kitaplar bunlar olmuştur hep.
Belki sorunun dışına çıkan bir yanıt ama artık başucumda bir kitap da yok. Kitapları da diğer eşyalar gibi maddi hayatımdan çıkarttım. Bir kitabı alıp okuyorum ve başka bir okura veriyorum.

--Müzik ve edebiyat sizce nasıl bir yoldaşlık içindeler?

Ahmet Haşim, 'Şiir, sessiz bir musikidir' der. Doğrudur da. Ahmet Rasim 'in Tatyos Efendi'yle ortak bir çalışması var: 'Sakın Geç Kalma Erken Gel'. James Joyce'un yazdığı Ulysses'in bir müzik yapıtı olduğunu iddia ediliyor. Adorno'nun müzik üzerine analizleri var. Zülfü Livaneli ve Hüsnü Arıkan hem edebiyat eserleri veren hem de müzikle ilgilenen kişiler.
Divan şiirinde müzikalite ön plandadır. Belki de divan şiirinin en çekilir yanı bu. Halk şiirimizin türkü formuna uygun düşmesi, şiirin müzikle iç içe olması bu yoldaşlığın en belirgin kanıtı. Çağdaş şiirimizin geleneksel şiirden beslenmesi bu yoldaşlığın sürekliliği için önemli geliyor bana.

--Edebiyat okuyan bir üniversite öğrencisine şiiri nasıl tanımlarsınız?

Şiir, 'İç nedir?' sorusunun yanıtını hiçbir zaman veremeyeceğimiz bir 'İç Ses'tir.

--Son olarak Eskişehir'e ve tüm edebiyat dostlarına neler söylemek istersiniz?

Kent kültürü dendiği zaman aklıma gelen ilk şehirdir Eskişehir. Selamlar, sevgiler…


………


SANAT VE GELECEK: İDİL ÇELİKER

Kentlerin şiiridir müzik ve notasızlık çeken kaybeder en baştan. Eğitimin dokunduğu en güzel düş müzik ve şiir ve çocukların yarınları saklı her notada. İdil Çeliker Eskişehir'in kültür ve Sanat dünyasında yazılması gereken şiirlere dokunuyor çocuklarıyla, gençleriyle. Tepebaşı Belediyesi Çocuk ve Gençlik Korosu onun düşlem elçisiyle büyüyor, kente renk katıyor. Kasım ayında başlayan Eskişehir Edebiyat Buluşmalarında da şiir tadında çalışmalarıyla programa renk katan İdil Öğretmenin şefliğini yaptığı Tepebaşı Belediyesi Çocuk ve Gençlik Korosundan müzisyen Deniz Al'a ve koro öğrencilerine de teşekkür, sevgiler ve selamlar gönderiyorum... Öğretmenler günü kutlanırken, örnek bir öğretmen olarak okulu Çağfen Koleji'ne ve Eskişehir'e en güzel çizgide şiir oluyor. Onun nezdinde Eskişehir'deki sanat dostu tüm öğretmenlerin öğretmenler gününü kutluyorum.

………

KENTİN RİTMİ: HALİ İBRAHİM EKER

Öğretmenler vardır, hem öğrencilerine ,hem kentlere dokunur müzikle ve çok şeyi değiştirir. Kaybolan düşlerini geri getirir yüreklerin. İşçilerin sesi olan çok önemli dostluk notalarını şehrin sokaklarına ve sonra okulunda koridorlarda çocukların yüreklerine ekiyor usanmadan, şiirle… Sanat dostu öğretmenlerin örnek olarak güzelleştiridiği her gün yeni bir umut oluyor yarınlara. Okulu Çağfen Koleji'ne ve çalışmalarını gerçekleştirdiği Tepebaşı Belediyesi ile Eko-Şov ailesinin tüm bireylerine sevgi ve selamlarımı gönderiyorum. Teşekkürler Halil İbrahim Öğretmenim ve senin nezdinde tüm öğretmenlerin öğretmenler gününü kutluyorum…

……….

FELSEFE: DÖNÜŞÜM

Öncesinde diğer insanlar gibi yaşayan, onların değerlerini benimseyen Samsa böceğe dönüşmekle tüm bu değerleri reddetmiştir. Artık özgürdür. Toplumun kendisine vurduğu zincirlerden kurtulmuştur. İnsan olarak köleyken böcek olarak özgürdür. Artık sürüden çıkmıştır. Modern toplumda yaşayan her bireyin yaşadığı bir süreçtir bu. Bazı insanlar toplumdaki yozlaşmış değerlerin değersizliğini, toplumun varoluşsal farklılıkları hiç önemsemediğini fark edip Gregor gibi yabancılaştığı halde bazıları bunlar üzerine hiç düşünmemektedirler bile. Gregor böcekleşerek tüm bunlara başkaldırmıştır. Gregor böcek olduğu süreçte diğer insanlardan kaçmakta ve onların kendisini görmelerinden çekinmektedir. Adeta bu halinden utanmaktadır. Burada Sarte'ın ünlü deyişini hatırlayabiliriz. '' Başkası benim cehennemimdir.'' Biz tüm eylemlerimizde hep başkası ne der ilkesini benimseriz. Kendimizi hep başkalarının gözünden görmeye çalışırız. Gregor'da böyle yapmaktadır. Kendisini ailesinin gözünden görüp utanma duygusu yaşamaktadır. Gregor böceğe dönüştükten sonra çalışamaz duruma gelir ve evin geçimini kız kardeşi Grete karşılamaya başlar. Başlarda Gregor'a yardımcı olan Grete zamanla abisinden rahatsız olmaya ona kötü davranmaya başlar. Kendisinin özgürleştiğini sanar ancak o köleleştiğini farkedemez. Burada bir takım feminist ögeler de görebiliriz. Erkek düşerken kadın yükselmektedir.
Kafka'nın kitaplarında genelde rastladığımız baba figürü burada da karşımıza çıkar. Baba otoriteyi temsil eder ve devamlı üniformalı olarak tasvir edilir.
Kafka'nın Samsa adını kullanması rastlantısal değildir. Samsa Hintçe kökenli Samsara'dan gelir. Samsara acı, ölüm, yeniden diriliş, özlem, yolculuk kölelik gibi anlamlara gelmektedir. Gregor acı çekmektedir. Böceğe dönüşme bir yeniden diriliş olarak yorumlanabilir. Gregor bir pazarlamacıdır ve işi gereği sürekli seyahat eder. Hikayenin sonunda Gregor ölür ve hizmetçi kadın onu çöpe atar. Baba Samsa ve ailesi bir yolculuğa çıkarlar.

………

BİR ŞAİR: CEMAL SÜREYA

Cemal Süreya şiir üzerine birçok değerlendirmelerde bulunmasına rağmen genel bir şiir tarifi yapmamıştır. Başka şairler tarafından yapılan tanımlamaları değerlendirir. Süreya'ya göre her şiir tanımının, bakış açısına bağlı bir doğruluğu vardır.Şiire bakışlar farklı farklı olsa da Süreya her anını şiirle yaşayan, ince eleyip sık dokuyan ve az üreten bir şair. Düşüncesinde öne çıkardığı özellik, şiir eyleminin odağında insanın olmasıdır:

'Pasternak'a göre şiir, kişinin ayağının altındaki otlar, çiçekçiklerdir, onu koparmak, eline almak için biraz eğilmek yeter. Brodski öyle düşünmüyor. Ona göre şiir göklerle bir iletişim olanağıdır. Meleklerle iletişim kurarsınız. Bu iki tanımın ardındaki somut gerçeği düşündüm. ….. Sanırım, Pasternak şiirin her yerde ve küçük şeylerde olduğunu söylüyor; Brodski ise yeteneği öne getiriyor. İkisi de bir yerde doğru, ama birbiriyle karıştırılmaması koşuluyla. Şiir ne biliyor musun? Bir an. Ve bütün bir tarih tadı, insan girişimi, mutluluk çelişkisi…'