Öyle bir geçiş döneminde bulundu ki ne söylesem az. Şiir sözlüğü olan üstat geceye kapılan düşlerin hep yeni koruyucusu olacak.Kendimizi kalemin düşlerinden uyandırarak bakmalıyız ki şiir, bizim bildiğimiz şey değil. Hangi yolların çetrefilli rengini geçirdiyse kağıda, orada hiçbir yalnızlık geleceğe küsmez ve aşka dair ne varsa güç kazanır. Büyük üstadı sevgi, şiir ve özlemle anıyoruz...

Behçet Necatigil, (d. 16 Nisan 1916, İstanbul - ö. 13 Aralık 1979, İstanbul) 1936'da Kabataş Erkek Lisesi'nin edebiyat bölümünden birincilikle mezun oldu.İstanbul Yüksek Öğretmen okulu ve edebiyat bölümünden mezun oldu. Kars'ta, Zonguldak'ta, Kabataş Erkek Lisesi'nde ve İstanbul Eğitim Fakültesi'nde edebiyat öğretmenliği yaptı. Kabataş Erkek Lisesi'nde Demir Özlü, Hilmi Yavuz gibi yazar ve şairlerin öğretmeni oldu. İlk şiiri, lise öğrencisi olduğu yıllarda Varlık Dergisi'nde çıktı. O tarihten ölümüne kadar hep eserler verdi. Şiirlerinde evler, aile, çevre, aşk, bunalım, hastalık, yalnızlık ve ölüm temalarını işledi. Eski ve yeni kelimeleri ustaca şiirine yerleştirdi. Sağlam ve tutarlı bir şiir dünyası oldu. Şiir kitapları dışında, düz yazılarını topladığı Bile/Yazdı adlı eseri de bulunmaktadır. Almanca'dan çeviriler yapan Necatigil, radyo oyunları da yazmıştır. Bu alandaki çalışmalarını; Yıldızlara Bakmak (1965), Gece Alevi (1967), Üç Turunçlar (1970), Pencere (1975) kitaplarında topladı. Ailesi ölümünden sonra, Necatigil Şiir Ödülü'nü her yıl verilmek üzere oluşturdu. Ayrıca Kabataş Erkek Lisesi 3 Fen-F sınıfına Behçet Necatigil Dersliği adı verildi. Behçet Necatigil, 16 Nisan 1916'da İstanbul'da doğdu. Kastamonulu Babası Necati Efendi, annesi Bedriye Hanım'dır. Hasta olan annesi, şair henüz iki yaşındayken vefat etti. Babasının işleri nedeniyle İstanbul'dan babasının memleketi Kastamonu'ya dönüş yaşandı. Orada hastalandı şair ve yeniden İstanbul'a döndüler. 1931 yılında Kabataş Lisesi'ne orta ikinci sınıftan başladı ve 1936'da okulun edebiyat bölümünden birincilikle mezun oldu. İstanbul Yüksek Öğretmen Okulu'nu 1940 yılında bitirdi. Kars Lisesi'nde başladığı edebiyat öğretmenliğini, İstanbul Eğitim Enstitüsü'nde 1972 de emekli olarak sona erdirdi. 13 Aralık 1979 tarihinde ölüm kapısını çalana kadar emeklilik günlerini evinde edebiyatla yoğunlaşarak, çalışarak geçirdi. Ölümle dalga geçmesini de bilmişti şair: 'Uzayacağa benzer, Tutuştuğumuz lades. İşi gücü bırakıp Mezarlığa nazır Bir eve taşındım Ölüm, sen beni aldatamazsın, Aklımda!' İlk şiiri 1935 yılında Varlık Dergisi'nde çıktı. Kastamonu'da edebiyat öğretmeni 1930 yılında Necatigil'in okul defterine şu notu düşmüştü: 'Yarının iyi bir kalemine sahipsin. Boş durma, oku!' O çocuk ileride 'her aşktan geriye kaç şiir kalır, ona bakalım!' diyerek aşkı şiirle sorgulayacak güçte bir şair olacaktır. Yazın dünyasında çok çeşitli eserler verdi. Şiir başta olmak üzere, tiyatro oyunları, radyo tiyatroları yazdı. 'Edebiyatımızda İsimler Sözlüğü' (1960) ve 220 Türk yazarından 750 roman, hikaye kitabı ve oyunun konu özetlerini veren 'Edebiyatımızda Eserler Sözlüğü' (1979) gibi edebi bilim dünyasına eserler kazandırdı. Çeviri çalışmalarını Almanca dilinden gerçekleştirdi. Birçok ödül aldı; bir çok kitabı yayımlandı. Özellikle yeni kuşak tarafından son yıllarda neredeyse yeniden keşfedilen bu büyük şairin yaşamöyküsünü ve eserlerini uzatarak yazmaktan yana değilim; merak eden bunları zaten kolayca bulabilir. Beşiktaş Camgöz Sokağı'ndaki 22 numaralı ahşap evde yaşadı önce ailesiyle. Camgöz Sokağı'nın adı artık 'Behçet Necatigil Sokağı'dır. 1964 yılında yine Beşiktaş'ta, Nüzhetiye Caddesi üzerindeki Deniz Apartmanı'nın bir dairesini satın alarak oraya taşındılar. Necatigil, ölümüne dek bu apartmanın 23 numaralı dairesinde yaşadı. Bir yazıda kullanmak üzere ajandama bir not almışım: 'Yazar önce odasından çıkar, sonra evinden, sonra şehrinden, sonra ülkesinden; yazarken olgunlaşır, yoğunlaşır, esrir, yetkinleşir. Önce ülkesine döner, sonra şehrine sonra evine, sonra odasına.' Bu söylem sanki Behçet Necatigil'i anlatıyor. Evine, odasına dünyayı, evreni sığdıran bir şairdir o. Öğrencilik ve öğretmenlik yılları yani yaşamı eviyle okul arasında geçti. Çok sınırlı sayıda dostu olan Behçet Necatigil'in odası Hilmi Yavuz'un deyişiyle dünyadan büyüktür. Yalın ve dingin bir yaşamın içinde düşünsel ve dilsel fırtınalar vardır. Necatigil kalabalıklara karışmayan özgün yaşamıyla varoluş felsefesinin biricik yaratıcı insan tanımlamasına çok uygun bir yaşam sürdü. Şiire felsefeyi yedirdi ve felsefeyi şiirle aşabildi. Oryantalizmin tuzaklarına kapılmadan Doğu ve Batı kültürünü ustalıkla harmanladı. 'Biz de gittik, önemli mi? Bizim de şiirlerimiz – Çevrildi. Batı dillerine. Bir batılı geçtiğim çizgilerden – Geçmedikçe – Ne kadar anlar beni – Sirklerde zebra. Eğlencelik arar gibi – Okuyacaksa beni – Kalsın istemem ondan gelecek – Hayır. Ben kendi yurttaşlarıma - Anlatamıyorsam derdimi – Kalsın - Kalsın daha iyi!' Şair bir sözcüğe, bir söyleme, bir dizeye birden fazla anlam yükleyerek ilk bakışta basit gibi duran şiirlerin sihirbazıdır. O basit gibi duran şiirleri okumak çok keyif verir, derinine inmek için okuyucudan çaba ister şiir;neredeyse bir Behçet Necatigil mihmandarına gereksinimi vardır okuyucunun. Onun şiirinde anlam tek değildir. Yine öğrencileri olan Rüştü Onur ve Muzaffer Tayyip Uslu'nun hayatını anlatan Kelebeğin Rüyası adlı filmde hayatından bir kesit Yılmaz Erdoğan tarafından canlandırıldı.

SENİ YAŞAMAK
Seni her özlediğimde sevgilim,
Gökyüzüne bakıyorum;
Göğün mavisinde gözlerini görüyorum çünkü.
Seni her özlediğimde bir tanem,
Denizlere bakıyorum.
Ufuğa bakınca mucizeni görüyorum çünkü.
Seni her özlediğimde bir tanem,
Kuşlara bakıyorum.
O kanatlardaki özgürlüğünü görüyorum çünkü.
Ve aşkım, seni her özlediğimde,
Adında isyan ediyorum.
Seni özlemek istemiyorum ben,
Ben seni yaşamak istiyorum,
Seni her özlediğimde sana bakmak istiyorum
Ve seni sende görmek sadece

………..

MÜREKKEBİN AŞK RENGİ: CEZMİ ERSÖZ

Edebiyatımızın en önemli isimlerinden üstat ile geçen hafta içinde Eskişehir'den, edebiyattan ve gelecekten bahsettik. Kalemi insanın barışı ve kardeşliği hak ettiğini yazmakla yorulmayan aşkın ve özgürlüğün kalemi Cezmi Ersöz Eskişehir'e ve tüm edebiyat dostlarına sevgilerini iletiyor. İdollerimden olan büyük şair, değerli Cezmi ağabeye de Eskişehir'den sevgiler selamlar...

BENİ HEP O DERİN ÇUKURUN BAŞINDA BEKLEYECEKTİN…

Sana sarılmam gözlerindeki o küskün parıltıyı değiştirmişti… Neler yaşadığımı hissedecek kadar iyi tanıyordun beni. Birini tanımaya uğraşmak, çileli, zorlu bir emeğin sonunda ulaşılan bir şeydi çünkü… Hatta sevmenin ön şartı gibiydi. Hiçbir şey kolay olmuyordu bu hayatta, hele birinin sevgisini kazanmak için onu tanımaya çalışmak en güç olanıydı… Bu ilişkide zoru yaşamak sana düşmüştü… Ben anlaşılmayı bekliyordum, sen de beni anlamak için çaba harcıyordun. Çünkü son derece değişken biriydim. Duygularım inişli çıkışlıydı. Bir gün dünyanın en sevgi dolu adamı, ertesi gün kendine kapanmış, uzaklara gitmiş, kendisini hiçbir yere ait hissetmeyen, inançsız, kuşkucu biri oluyordum… Bütün bu inanılmaz gelgitlerimi nasıl kaldırıyordun, bunu bile bir gün olsun derinlemesine düşünmemiştim… Bunu düşünmeme fırsat vermemiştin. Varlığını hiç gizlememiş, hiç bana özlettirmemiştin kendini… Çünkü insan birini özlerken tanımaya, gerçekten tanımak için uğraşmasam da bilincimde bir yer seni hep sınıyordu aslında. Sana nasıl davranırsam davranayım bana olan sevgin hiç değişmiyordu… Koşullu değildi bana olan sevgin. Bana böyle davranırsan kalırım, yoksa giderim, şeklinde bir tavrın hiç olmamıştı ki… İçten içe biliyordum, sana ne yapsam bana olan o derinden bağlılığın hiç bitmeyecekti… Beni kendine bağlamak için başkasının varlığını hissettirmek gereğini bile düşünmeyecektin…Günümüzde ilişkiler böyle sürüyordu oysa. İnsanlar ilişkilerinde kontrolü ellerinde tutmak için karşısındakinde, bak bana iyi davran, istediklerimi yap, yoksa gidebilirim, başkası hayatıma girebilir, korkusunu yaratıyor, hayali terk senaryoları hazırlayıp bir tür egemenlik savaşı içine giriyorlardı… İlişkilerin çoğu gücünü emek ve güvene dayalı bir paylaşımdan çok, işte bu gizli tehditler ve şantajlardan alıyordu… İnsanlar kuşku ve güvensizlik içinde siperlerinin ardına çekilip karşı tarafın gücünü, olanaklarını ve güçsüzlüklerini gözlemeye, uygun zaman ve durumda kozlarını kullanıp ilişkideki kontrolü eline geçirmeye çalışıyor, eline geçirince de ipleri sıkı sıkı tutuyor ve sevgili adını verdiği rakibine istediğini yapma hakkını kendinde bulabiliyordu… İstediğini yapma haklarının en başında geleni ise o ilişkiyi kendi dilediği anda bitirme hakkıydı… Bu tarz ilişkilerde derinlik ve paylaşım olmadığı için ilişkiyi bitirme gücünü eline geçiren kişi garip bir zafer sarhoşluğu içine giriyor ve elindeki ayrılık bıçağını karşısındakinin en zayıf, en hassas yerine nasıl ve ne zaman saplarım duygusunun o hastalıklı hazzını doyasıya yaşadıktan sonra elinden geleni yapıyor ve bıçağı saplıyor, hatta bıçağı sapladığı yerde içerde çevirmeyi de unutmuyordu…
……..

BİR TABLO: SALVADOR DALI
……..
MODA: NİHAN UZUNER

Eskişehir'in genç moda tasarımcılarından Nihan Uzuner yakın gelecekte sanat kokan önemli yeni çalışmalarını gerek yurt içinde gerek yurt dışında takipçileriyle buluşturacak. Her eserinde sanat, her dokunuşta estetik kaygısı taşıyan sanatçı sıradışı çalışmalarıyla da ses getirecek..Yeni çalışmalarından olan bu ince çalışma küpe de ünlü isimler tarafından da takip edilenlerden. Genç sanatçıya yurt içi ve yurt dışı çalışmalarında başarılar.