Çocuklarla konuşmayı seviyorum aslında.
Sadece konuşmayı mı?
Hepten seviyorum onları.
Öyle masumlar ki…
Öyle bozulmamışlar ki…
Ne hırs var içlerinde…
Ne dedikodu…
Ne başkasının arkasından konuşma…
Ne çekememezlik…
Ne kin…
Ne nefret…
Ne hak yeme…
Ne adam kayırma…
Ne başkasının önüne geçme…
Öyle masumlar işte.
Ara sıra hayal dünyalarının kurbanı olup bazı şeyleri abartsalar…
Masum, zararsız yalanlar atsalar da ciddi konularda doğruları söyler çocuklar.
Yağcılık…
Yalakalık nedir bilmezler.
Gözünüzün üstünde kaşınız varsa ki var!
Hiç çekinmeden söylerler bunu.
'Gözünüzün üstünde kaşınız var,' derler.
Sizi sevmedilerse kaşlarını çatıp öyle bakarlar size.
Sevince de…
Sevgilerinin tadına doyum olmaz!
Yağmurda ıslanmış kedi gibidirler!

***

Ama şimdiki çocuklar…
Biraz tuhaflar.
Normal olmayan bir şey var onlarda.
Aziz Nesin,
'Şimdiki çocuklar harika,' demişti ama…
Pek de harika değiller!
Konuşmak istiyorsun onlarla.
Hafif gülümsemeli…
Hafif takılmalı…
Sorduğun sorulara vereceği çocukça cevaplar üzerine kolunun altına alıp saçını başını okşamalı…
Sevmeli bir konuşma başlatmak istiyorsun ama…
Ama yok!
Kapalı kutu şimdiki çocuklar.
İletişime kapalılar.
Ellerinde cep telefonu…
Kulaklarında kulaklık…
O kulaklık kulaklarından hiç çıkmıyor.
Çarşıda, pazarda, kaldırımda, caddede…

***

'Aran nasıl okulda arkadaşlarınla?' falan diye biraz takılmak istiyorsun çocuğa.
Konuşturmak istiyorsun onu.
Şu kulağındaki kulaklık nedeniyle ya duymuyor seni ya da duymazlıktan geliyor.
Bir iki üsteleyince de başını elindeki telefondan kaldırmadan,
'İyi!' diyor.
Üç harf!
Ağzından büyük bir zahmetle çıkan üç harf!

***

Çocuklarda suç yok aslında.
Çocuk ne yapsın?
Annenin elinde telefon, sosyal medyada dedikodu kovalıyor.
'Şu şunu paylaşmış bu bunu paylaşmış… Şu şöyle demiş bu böyle demiş…'
Babanın elinde telefon…
Ne halt karıştırdığı belirsiz!

***

Böyle işte.
Her şeyin çivisi çıktı.
Her şey böyle olunca biz de giderek daha da yalnızlaşıyoruz.