- the eye of the words-
Bazen sözcüklerin başka anlamları sakladıklarını düşünmez misiniz ya da şairlerin onların içindeki anlamlara dalıp başka düşler, yollar ve ışıklar bulma çabasında olduğunu görmez misiniz? Sözcükler o kadar özgür ve zamanı kovalayan açıklıktalar ki eskimiş görünseler de bir o kadar hümanist bir duruşla zincirin bir halkası gibi en uçtaki yeni anlamlara da gebe ve teşnedir. Laura Garavaglia çok özgün bir yaklaşımla sözcükleri her şeyi özetleme ve sorular sorma sürecinde ayrı mevsimlerin rüzgarları gibi farklı yaklaşımlarla donatıyor. Bilimsel çizginin ve gerçekliğin yaşamın her alanına olduğu gibi dilin süzgecinden geçen tanımlamalara da girişi ve analitik yaklaşımındaki gücü onun kaleminde büyük yere sahip. O yeni şiir diye oluşan dilde önemli bir yol açıcı olarak tüm dünyada saygı duyulan bir şair. Sevgili Laura Garavaglia'ya, değerli dosta Türkiye'den Eskişehir'den sevgiler.
Laura, 1956 yılında İtalya'nın Milano şehrinde dünyaya geldi. Milano Üniversitesi'nde insan coğrafyası okudu şiirleri ile bazı önemli edebiyat ödülleri kazandı. Birçok dile çevrilen kitaplarından en çok ses getireni 2010 yılında yayımlanan 'Kelebekler ve Kayalar' olmuştur. Yaşadığı şehir olan Como'da önemli bir edebiyat çevresi inşa etmektedir. Bölgenin önemli sesi olan gazetede önemli çalışmalar yapan Garavaglia aralarında Türkiye'nin de olduğu birçok ülkede edebiyat festivallerine davet edilmiştir. Çevirisini yapmam için bana gönderdiği şiirlerinden bir tanesi olan şiiri:
-Mutlak Sonsuzluk-
Aklın tırmandığı cennete
verev merdiven dayanıyordu,
her sayı sonsuzluğa bir basamaktı.
Sürecin gücüne rağmen ruh
mutlak için yanıp tutuşuyordu.
Merkezden uzak vasatın üzerinde aklın
beyaz hapishanesinde,
anlamayı başaramayanlar tarafından
kader çizilmişti.
........
ÖYKÜ - SEVTAP AYYILDIZ
- düş yakamdan -
'Gel, ben de seni bekliyordum.'
Beyaz tülden geceliğiyle uzanmıştı yatağa, saçları yumuşacık yastıklarda gelincikler gibi açmıştı, bacakları iki mermer sütun, içeri girmek için aşılması gereken. Süt beyazı teninden yayılan koku başımı döndürdü. Yaklaştım, dudakları aralık, gözleri baygındı.
'Ne zamandır seni bekliyordum, geleceksin diye kimseyi almadım içeri.'
Doğruldu, tül geceliğini sıyırdı, attı. Yatakta yılan gibi kıvrılıyordu. Yaklaştım, elimi tuttu, kendine çekti.
'Oğlum kalk artık, kahvaltı hazır.'
Karşı duvardaki Angelina ile bakıştık, gülümsedi bana, sabah düşleri için geç kaldın dedi. Utandım halimden. Ne demişti Necip; düşünce gücüyle hareket eden tek şey. Gözlerimi kapatıp Afrika'da ki açları düşündüm, her şey normale döndü.
Odamın soğuk döşemeleri içimi titretti, çoraplarımı arandım, bir tanesi yatağın altına kaçmıştı, uzanamadım. Çorap çekmecesinden yeni bir çift aldım, çorap önemli, kokmamalı, delik olmamalı. Belki bugün…
Bahar nerde kaldı dedim Angelina'ya, gelsin artık, yeter üşüdüğüm. Az kaldı, dedi, dönemeci dönsün geliyor. Etli dudaklarını yalayıp dil çıkardı. Ah Angelina hem güzel hem de komiksin. Keşke bütün kadınlar senin gibi anlayışlı olsa.
Annem mutfakta, çayları dolduruyor. Yanağına öpücük kondurup banyoya geçtim. Banyo daha da soğuk, parmak uçlarımı değdirdim buz gibi suya, çapaklarımı temizledim. Titrerken işemesi de zor, etrafa sıçratıyorum sonra bir dolu laf işit. İnat ediyor annem, doğalgaz faturasını ödeyemezmişiz, mahallede iki ev kaldık soba yakan. Kovayı indirip kaldırırken belini incitecek, sakat kalacak umuru değil. Bir de ağzına kadar dolduruyor ki… Ne fayda tek oda ısınıyor, banyo yapmaya korkuyorum, ayazda kalmış itler gibi titremek istemiyorum.
'Abi, sarı gülün anlamı nedir?'
'Nasıl yani?'
'Hani kırmızı gül seni seviyorum demek ya, sarı gülü merak ettim.'
'Ne bileyim ben. Bana bak yoksa biri sana sarı gül mü verdi?'
'Yok, kim verecek, öylesine sordum.'
'Turna, abinin çayını doldur kızım. Sen de biraz acele et, geç kalma.'
... devam edecek -