GİRİŞ NOTU: Aşağıdaki yazıyı aynı başlıkla '06 Nisan 1998' tarihinde (yani 18 yıl önce), SAKARYA Gazetesi'ndeki KESİT köşemde yazmıştım.

Günümüzde IŞİD, PKK, FETÖ gibi dinsel ve etnik ayrımcı terör örgütlerinin ülkemizi kan gölüne çevirdiği bir dönemde bu yazıyı hiç değiştirmeden tekrar sizlerle paylaşmak istedim.

Dilerim, bugün 'kandırıldık(!) diye mağdur edebiyatı yapanların' ya da 'kendilerini sütten çıkmış ak kaşık gibi gösterenlerin' ortalıkta fink attığı bir ortamda, toplumsal belleğimizi birazcık tazelemiş oluruz…

*****

'… Türkiye'nin son haftalardaki gündeminde yine tarikatlar boy göstermeye başladı. Özellikle Refah Partisi'nin kapatılmasından sonra, oy ve iktidar beklentisi içindeki bazı siyasetçilerimiz 'bazı tarikatlar iyidir…' deyip 'hoşgörü ödülleri' alma yarışına girdiler…

Hukuksal ve yönetsel anlamda hiçbir kimliği olmayan 'Fethullah GÜLEN' gibi din ve hoşgörü simsarı bir insan, toplumsal gündemimizin 'gülü' oldu. Gözlerini ve burunlarını demokrasi gülüne tıkayan bazı insanlarımız ise 'Gülen' (aslında hep ağlayan) bir insanın çevresine üşüşerek gülünç durumlara düşmeye başladılar…

İslam dini açısından 'tarikat' sözcüğünün ne anlama geldiğini ve tarikatların dinsel açıdan ne denli önemli olduğu konusunu din simsarlarına bırakıyorum. Çünkü onlar bu işi çok iyi (!) beceriyorlar. Bilimsel literatürde hiçbir yeri olmayan 'takiyye' (iki yüzlülük) sanatının inceliklerini kullanarak harikalar (!) yaratıyorlar…

Ancak bütün ustalıklarına rağmen 'İslam dünyasında neden 150 civarında tarikat olduğunu' bir türlü açıklayamıyorlar… Üstelik bu sayıya 'Fethullah Gülen Tarikatı' diye bir sayı daha ekliyorlar.

Sözde aynı yolun yolcusu olan bu tarikatlar, 'çıkarları söz konusu olduğunda birbirlerini neden boğazladıklarını' ise bilimsel kafalara hiç anlatamıyorlar…

Ben, laik ve demokratik hukuk devleti ilkelerine bağlı bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı olarak, 'hiçbir hukuksal belgemizde 'tarikat' tanımlaması olmadığını' çok iyi biliyorum. Bir hukuk devletinde, hiçbir yasa maddesinde adı bile geçmeyen tarikatların nasıl olup da böylesine faaliyet gösterebildiklerini de bir türlü anlayamıyorum…

Derin hocalarımız tarikat kavramını işlerine geldiği gibi açıklayabilirler… Ben size Türk Dil Kurumu'nun Türkçe Sözlük'teki tanımını anımsatmak istiyorum:

'Tarikat: Tasavvufa dayanan ve kimisi eski dinlerin kalıntılarını yaşatan, kimisi de şeriatın insanlara pek sert gelen ve bencil gelen hükümlerini yumuşatmak amacıyla meydana gelen türlü İslam örgütlerine verilen ad, yol. Mevlevi Tarikatı, Bektaşi Tarikatı, Nakşî Tarikatı gibi…'

Tarihin cilvesine bakın ki bir zamanlar '… Şeriatın insanlara pek sert gelen hükümlerini yumuşatmak için…' ortaya çıkmış olan tarikatlar, bugün kendi kafalarındaki şeriat hükümlerini uygulamak için birbirleriyle savaşıyorlar… Ve bu kördöğüşünde, bilimin ve demokrasinin hiçbir ilkesi geçerli değildir…

İşte bu nedenlerle 'Tarikatlar demokrasimizin barikatlarıdır.' Yani 'Bir yolu kapamak üzere, her türlü eşyadan yararlanarak meydana getirilen engel'lerdir. (Bakınız, Türkçe sözlük 'barikat' maddesi.)

Tarikatlar Sivil Toplum Örgütü Değildir

Konu demokrasi açısından incelendiğinde ise karşımıza şu gerçek çıkıyor: 'Tarikatlar, demokrasinin bir unsuru değildir…'

Yani kimi işgüzarların söylediği gibi, tarikatlar 'demokratik kitle örgütü' ya da bir başka deyişle 'sivil toplum örgütü/kuruluşu (STÖ/STK)' değillerdir.

Çünkü hiçbir tarikat yapısı ve konumu gereği 'laik' olamaz. Oysa 'laiklik, demokrasinin (ve STK'ların) olmazsa olmaz bir koşuludur.'

Çünkü tarikatlarda 'demokratik yapılanma ve demokratik işleyiş' yoktur. Hiçbir tarikatın lideri seçimle belirlenmez. Tarikat liderlerinin kendilerine yükledikleri dinsel ve geleneksel özellikleri vardır. Bu uyduruk özelliklerini koşullanmış müritlerine tartışmasız olarak kabul ettirirler…

Çünkü 'tarikatlar bilimsel bir temele dayanmaz…' Tarikatlar Ortaçağ'da ortaya çıkmış skolastik düşüncenin ürünleridir. Oysa çağdaş toplumsal bilimler ,skolastik düşünceyi 'bilim dışı' olarak değerlendirmektedir.

Sanırım anlayanlar için bu 'çünküleri' daha fazla uzatmaya gerek yok.

Ülkemizdeki radikal sağ partilere (FP, MHP, BBP) ne kadar davul zurna çalsak da gerçekleri anlamaları olanaklı görünmüyor…

Merkez sağ partilerimiz (ANAP, DYP, DTP) ise tarikatların oylarını kapma yarışındalar…

Anlaşılan o ki, ECEVİT'in partisi DSP de artık sivrisineğin sazından anlamıyor…

Ancak Türkiye'de demokrasiden yana olan yurttaşlar ve onların örgütleri, demokrasimizin önündeki tüm barikatları aşacak güçtedir.

Unutulmasın ki evrenin tüm karanlıkları küçük bir mum ışığını bile karartamaz…

Sevgiyle, dostlukla.

*****

BİTİRME NOTU:

Bu yazının yazıldığı 1998 yılında büyük torunumuz EKİNSU henüz birkaç aylık bebekti. Bugün o bir üniversite öğrencisi… Küçük torunumuz IRMAK ise daha ortalıkta yoktu, ama bugün ilkokulu bitirmek üzere…

Onun için bugün tüm yürek buruntularımız çocuklarımız ve torunlarımız içindir. Yani Türkiye'nin ve dünyanın aydınlık geleceği içindir…

Bu nedenlerledir ki, bugün dünyadaki ve Türkiye'deki dinsel cemaat/tarikat örgütlerinin hemen hepsinin 'ekonomik ya da siyasal rant sağlamak için oluşturuldukları, birbirleriyle kıyasıya savaş içinde oldukları ve terörden beslendikleri' gerçeklerini görmek zorundayız…

Bu nedenlerledir ki, bugün ülkemizde 'cemaatçilik, mezhepçilik, etnikçilik' gibi Ortaçağ zihniyetlerinin siyaset alanımızdaki hegemonyasını kırmak zorundayız…

Gereksinim duyduğumuz umut, bilimsel demokraside ve gençlerimizdedir…

Sağlıkla, sevgiyle ve dostlukla…