Önemli bir kültürün halen devam eden gerçek hikayesi belki de herkes tarafından biliniyor ki hassas olunan bu konu zaten kendi içindeki anlayış gereği birlikte kalmayı ve özünü korumayı tembihliyor.
'Tatar' kelimesinin ihtiva ettiği halkların kimler olduğu netlik kazanmamış olsa da, Tatarların Cengiz Han'ın soyundan gelen Moğol kabilelerinden biri olduğu şeklinde ortak bir kabul söz konusudur. Bütün Moğol kabilelerini kendi hükümdarlığına bağlayarak büyük Moğol imparatorluğunu kuran Cengiz Han'ın, Moğol imparatorluğuna dahil edilen bütün kabilelere 'Tatar' adının verilmesini emrettiği bilinmektedir. 'Türk' olduklarına ve aslen Moğol soyundan olmayıp Ural Dağları'nın batı yakasında yaşadıklarına dair öne sürülen tezlere göre Tatarlar, aynı zamanda Moğol saldırılarından da olumsuz etkilenen Türk kabilelerinden biridir.

Moğol adının asırlar boyunca korkunç istilacıları hatırlatması sebebiyle olsa gerek, sonraları Uzakdoğu'ya göç edecek olan Tatarların ataları olan İdil Tatarları, 'Tatar' ismini sahiplenmek konusunda isteksizlerdi. Zira tarihî süreçte Tatar kelimesi, Moğol kelimesiyle eş anlamlı kullanılır hale gelmişti. Son olarak, Tatarların, kim olduklarına dair bir başka yaygın görüş olan ve aslında bir Türk kabilesi olduklarını iddia eden tezi, Moğol olarak anılmaya tercih etmiş oldukları da savunulabilir. Aynı zamanda, 'Türk' kelimesinin bir zamanlar Müslüman manasıyla eşanlamlı kullanıldığı düşünülürse 'Türk' kelimesini Müslüman Tatarlar manasına kullandıkları da düşünülebilir.

Bu zemin üzerinde 'Türk-Tatarlar' ifadesine etnik saplantılardan sıyrılarak bakıldığında 19. yüzyılın sonlarından itibaren Uzakdoğu'ya göç etmek zorunda bırakılan ve anavatanlarından ayrıldıktan sonra dünyanın çeşitli yerlerine dağılan Tatarların neden kendilerini tanımlarken Tatar isminin önüne 'Türk' şeklinde bir aidiyet ekledikleri daha iyi anlaşılacaktır.



İlk Göç Dalgası Başlıyor

Dünyanın farklı ülkelerine dağılan İdil-Ural Türklerinin (Türk-Tatarlar) Rus yayılmacılığı sebebiyle 19. yüzyıl sonlarında başlayan Uzakdoğu'ya göçler Türk tarihinde yeni bir sayfa açmış, pek bilinmiyor olsa da, Uzakdoğu'yu Türklerin 20. yüzyıl ortalarına kadar yaşadıkları bir yer haline getirmişti. İdil-Ural Türklerinin Uzakdoğu'nun ışıltılı şehirlerindeki sokakların uğultusuna ve yüksek binaların temellerine gömülen hikayesi, Rusya'nın 16. yüzyılda Kazan'ı işgaliyle başlıyordu. Asırlardır sürmekte olan Orta Asya'daki Rus yayılmacılığının devam ettiği 19. yüzyıla gelindiğinde Rusya, Batı Türkistan'ın hemen hemen tamamını ele geçirmiş durumdaydı. Kuzeyde devam eden Rus yayılmacılığı Asya'daki Türk toplulukları üzerine doğru inerken, Doğu Türkistan da 1878 yılında Çin'in işgaline uğrayacaktı.

Orta Asya'da Çin ve Rusya'nın esareti altında yaşayan Türk halkları, bir araya gelerek ortak bir bağımsızlık hareketi başlatamamışlardı. Arada sırada baş gösteren direniş hareketleri, küçük ayaklanmalardan öteye gidemiyor, halkın yaşadığı ekonomik sıkıntılardan dolayı kısa sürede bastırılabiliyordu. Aynı yüzyılın başlarında Mançurya ve Kore üzerinde hakimiyet kurmak isteyen Rusya, 1891 yılında başlattıkları Trans-Sibirya demiryolunu 1904'te ikmal ederek Port-Arthur limanına dayanmış, nüfuz alanlarını buralara kadar genişletmişti.

Trans-Sibirya ve Doğu Çin demiryollarının inşasına başlandığı sıralarda İdil-Ural coğrafyasında yaşayan binlerce Tatar da, demiryolu inşaatında çalışmaya başlamıştı. Tatar işçileri, demiryolunun geçtiği güzergahta bulunan Mançurya topraklarında özellikle Harbin şehri ve civarındaki köy, kasaba ve şehirlere yerleşiyorlardı. Söz konusu yerleşmelerin artmasıyla birlikte ticari ihtiyaçların ortaya çıkması, Türk tüccarların da demiryolunun tamamlandığı yerlere göç etmesine sebep olacaktı...