Millet ve Devlet Yaratma Meselesi

'Uyuyan bir milleti uyandırmak cür'etkar bir teşebbüstür, fakat biz uyanmaya ve uyanık kalmaya karar verdik. Modern ilim beyne'l-mileldir. Biz bu ilimden tamamı ile faydalanacağız, fakat daima Türk kalmaya çalışacağız.'

(Mustafa Kemal Atatürk)

Türk milleti önce, müttefiklerin elinde imparatorluğunun uğradığı tam bir tahripten ve vatanın Yunanlılar tarafından istilasından sonra uyanır. Atatürk, kaçınılmaz tarihi kuvvetlerin verdiği tarihi hükmü kabul eder. Fakat Atatürk'ün kaçınılmaz olarak çok dikkat etmesi gereken diğer tarihi hükümler ve gelenekler de vardır; bunlardan en önemlisi Türkiye'nin 'Osmanlı-Müslüman' karakteridir. Genç Türk Cumhuriyeti'nin on yılı boyunca bu hat savunmakla kalmaz, hatta bunlar parçalanmış Türkiye içinde Osmanlı hanedanı ve Müslüman Halifesini daimileştirmeyi tasarlayan ve müttefikler tarafından dikte ettirilen Sevr Muahedesi'ne de yazılacaktır. Atatürk, reform siyasetinde kesin bir yol tutar. Devrimci gelenek uğrunda ihtilal yapmayı arzu etmez. Eski müesseselerin devamı veya yok edilmeleriyle ilgilenmez. Bu müesseselerin korunmasından doğacak tehlikeli zihniyetle ilgilenmektedir. Bu zihin değişimi sağlanabilir ise kurumlar çok daha kolay değişebilecektir. Bunun içindir ki asıl hedef ; yıkıntı halindeki monark ve monarkın idare sistemi ile, insani kimliği unutturulmuş reayadan, birey ve onun oluşturacağı siyasal sistemi temsil eden ve onu koruyan, destekleyen ve geliştiren bir devlet yaratmaktır. Millet olmayı başarabilmiş Türk insanı yeni bir 'Devlet' yaratabilmelidir.

Dünyadaki Siyasal Değişim

Birinci Dünya Savaşı, bozguna uğramış, yaşamlarından ve yaşam alanlarından memnun olmayan milletler doğurmuştur. Örneğin ; ihtilalci Rusya, irredentist ve revisionist hayallerle oyalanan, hayal kırıklığına uğramış İtalya, ihtilali tamamlanmamış, bozgunların ve yıkımın acı duygusu ile saldırgan bir milliyetçiliğe dönüşmüş Almanya.
Gelinen süreçte artık bazı milletler için 'Yoksul Devletler' fikri oluşmaya başlamıştır. Bazıları demokrasiye hakaretler ediyor, totaliter devlet tezlerini göklere çıkarmaktadır. Bazıları yerli ideolojilere uluslararası bir içerik veriyor ve dünya ihtilali, dünya faşizmi, dünya nazizmi, dünya komünizmini kafalarına yerleştirmekte ve tasarlamaktadırlar. Mussolinizm, Hitlerizm, Leninizm gibi. Mustafa Kemal'in siyaseti, genişlemek isteyen Pan-İslamizme veya daha saldırgan bir Pan-Türkizme dönüşüp dönüşmeyeceği sorusu, yeni Cumhuriyetin ilk günlerinde, bugün görüldüklerinden daha az anlamlı ve bilimseldir.
Bütün bunlarla beraber 300 milyon Müslüman ortadadır. Bunlardan 17 milyonu Rusya'da, Kafkas petrol kuyuları etrafında, 100 milyonu da Hindistan'da bulunur. Bunlar yeni Türkiye'nin zaferlerinden derin bir surette etkilenirler. Türkiye Cumhuriyeti, son sultanı hallettikten sonra bile, Müslümanlar (manevi lider olarak) halifeye bakmaktadırlar. Bundan başka Britanya Hindistanı'nın Müslümanları, Türkiye Müslümanları için Londra'ya Lloyd George'a, uygun barış şartları sağlamak amacıyla, bir heyet göndermişlerdir. Diğer murahhas heyetler, Türk Pan-İslam ve Halife için Atatürk nezdinde teşebbüste bulunmak amacı ile Ankara'ya giderler.

Atatürk Milliyetçiliği

Türkiye Cumhuriyeti sınırları dışında ve eski Osmanlı sınırları içinde, hiç olmazsa bir milyon Türkçe konuşan bir halk vardır. Bunlardan bazıları Balkanlarda, bazıları da İran'da, Irak'ta, Afganistan'da, Suriye ve Kıbrıs'tadır. Türklerin 'tarihi düşmanı' Rusya'nın sınırları içinde Türkçe konuşan 25 milyon insan bulunmaktadır. Bazıları Rus vilayetlerinde çoğunluğu oluşturur. Genç Türk komitesinin yaptığı ve Alman üçüncü Reich'ın, Pan-Germanism planlarını yeniden canlandırdığı gibi Türkiye'nin 'Üçüncü Reich' ı da Pan-Türk gayesine dönmeyecektir. Atatürk bunu hiçbir zaman istemez. Yurdunda kök salmış milli vicdanın, mitlerin, lanete mahkum despotizminin canlandırdığı, dar düşünceli saldırgan faşizme dönüşmesine müsaade etmez. Bunun yerine akıl ve bilimin hakim olduğu 'Türk Milliyetçiliği'ni savunur. Atatürk'ün milli siyaseti, şu ifadelerinde çok açık olarak görülmektedir ;

' Bundan sonra, Arnavutluk dağlarında, Arabistan çöllerinde, umumi düzeni korumak için ecnebi askerlerin kanları dökülmek lazım gelirse, bu kanlar İtalyan, Yunan, Sırp ve İngiliz kanı olacaktır, fakat Türk kanı değil.'

Batılı Olmak mı Türk Olmak mı ?

Amaç, farklı bir hayat felsefesi içinde gelişmiş, Batı kurumlarını veya olgularını uygulamak ve taklit etmek suretiyle Türkiye'yi 'Garplılaştırmak' değildir. Atatürk, Osmanlıların Doğu sarayında ve Müslümanların dini hükümetinde bir Batı yüzü makyajı ve illüzyonu yapmak niyetinde de değildir. Bunların her ikisi de kapitülasyonlar ve milletler faciasının tarihi kaynakları olmuşlardır. Eskinin Osmanlı saltanatı ve şeriat müesseseleri ve bunların gerisindeki zihniyet de ortadan kalkmalıdır. Atatürk'ün hayata geçirdiği esas reform bu olmuştur ; Osmanlı sarayını ve teokratik (din) algı ve gelenekten beslenen monark oligarşisine ve siyasal-dini ruhbaniyete dayalı bir devlet anlayışını yok etmek istemekte, Türkleri bir millet olarak, birer şahsiyet olarak (fakat 'Batılı' değil), 'Türk' olarak yeniden dizayn etmek istemektedir.
Türk Devrimi, imparatorluğun bozguna uğraması, çökmesi ve imparatorluk hanedanının ortadan kaldırılıp, tahttan indirilmesinden sonra 1918-1919 Alman İhtilali'nin doğduğu aynı zamanda ve aynı sebeplerden oluşur. Fakat yeni Alman demokratik anayasasının iflas ettiği ve geriye, eski Pan-Germanizme ve Hitler'in yeni süper emperyalizmine doğru yollandığı halde, Atatürk'ün laikleştirilmiş ve demokratlaştırılmış Türkiyesi, parlak ve devamlı başarılara doğru gelişecektir. Bunun sebebi çok açıktır. Almanya'da yalnız yüz değişmiştir. Türkiye'de ise yeni temeller atılmaktadır. TBMM'nin ülkeden çıkardığı Osmanlı hanedanından kurtulması, Türk milleti için yeterli değildir. Onları, gelişmeye, ilerlemeye, vatandaş hayatına müdahale eden yanlış ve geleneksel inanç algılarından ve daha önemlisi cehaletten kurtarmak gerekmektedir. Bunun için siyasal bir kurum olan Hilafet kurumunun kaldırılması, Fransız örneğine uyularak din ile devletin ayrılması da yeterli değildir. Asıl önemli ve fiilen gerçekleştirilmesi zorunlu olan en önemli şey, geneli cahil bırakılmış bir millete, geniş bir alanda uygulanacak, demokratik eğitim ve öğretimdir. Bu, fikirlerin de esaslı ve köklü bir surette yenileştirilmesi demektir.
Bütün bunlar ve diğer reformlar, psikolojik stratejilerle hazırlanacaktır.

Şeriat İsteriz

' İtiraf etmeliyiz ki, ba-husus, İslam dininin yeniden canlanmasını temin ve asırlar boyunca adet olduğu gibi dini; siyasi bir alet olmaktan kurtarmak için zarûrî olmuştur.'

Din devletine karşı Atatürk'ün aldığı vaziyet, 'Şeriat İsteriz' diyen güruhun cehalet ve hoşgörüsüzlüklerine karşı terbiye edici, akıllandırıcı ve muhakeme edici bir savaştır. Atatürk bunları mecliste şöyle açıklamaktadır ;

' Bu husustaki icraat ve tatbîkat, hey'et-i ictima'iyemizin, hurafeperest, iptida'î bir kavim olmadığını göstermek açısından ne kadar elzem idi. Bu takdir olunur. Bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyyidlerin, çelebilerin, babaların, hocaefendilerin, emirlerin arkasından sürüklenen ve falcılara, büyücülere, üfürükçülere, nüshacılara, talih ve hayatlarını emniyet eden insanlardan mürekkep bir kütleye, medeni bir millet nazarıyla bakılabilir mi? Milletimizin hakiki mahiyetini yanlış manada gösterebilen ve asırlarca göstermiş olan bu gibi müesseseler, yeni Türkiye Devleti'nde idame edilmeli miydi? Buna önem vermemek, terakkî ve teceddüt namına en büyük ve telafisi imkansız bir hata olmaz mıydı ?' (Devam Edecek).