Dostoyevski iflah olmaz bir kumarbazdı.
Moskova'ya kumar oynamaya gidiyordu sık sık.
Son parasını kaybedene, aç kalana kadar kumar oynuyordu.
Ve bir türlü kurtulamıyordu bundan.
***
Bir keresinde, genç karısı Anna Grigoryevna'yı da götürmüştü Moskova'ya.
Anna yirmi yaşında, Dostoyevski ise kırk beş yaşındaydı evlendiklerinde.
Aralarında yirmi beş yaş vardı…
***
Anna'yı otel odasında bırakıp rulet oynamaya gitmişti Dostoyoveski.
Bir süre sonra, her zamanki gibi bütün parasını kaybedip gelmişti.
Anna'da kalan son beş rubleyi istemişti.
Sürekli,
'Sendeki o beş rubleyi ver. Bu kez kesin kazanacağım. Çünkü onları nasıl yeneceğimi anladım!' diyordu Anna'ya.
Anna,
'Neyi anladın, nasıl yeneceksin onları?' diye sorduğunda,
'Heyecanlanmadan oynayarak yeneceğim onları!' demişti.
Onun bu söylediği karşısında şaşkınlığa uğramıştı Anna.
Anladığını söylediği yöntemi gerçekten de buysa, kesin olarak yine kaybedecekti.
Çünkü Anna da biliyordu ki aşırı heyecanlı biriydi, insanlık tarihinin gelmiş geçmiş en büyük romanlarını yazan bu zavallı adam.
Ama belki de insan ruhunu…
İnsanların tutkularını, saplantılarını, zaaflarını…
Günahlarını, sevaplarını en ince ayrıntılarına kadar anlatmaktaki başarısını da buna borçluydu.
Bu heyecanlı…
Bu saplantılı…
Bu hastalıklı kişiliğine borçluydu.
***
Anna çıkarıp vermişti sonunda Dostoyevski'ye beş rubleyi.
Bütün paraları oydu.
Dostoyevski onu da kaybederse…
Ne otele verecek ne de Petersburg'a geri dönecek paraları kalacaktı.
Şöyle diyordu Anna,
'Eğer o beş rubleyi ona vermeseydim ya beni orada öldürecekti ya da aklını yitirecekti.'
***
Dostoyevski kumarın başından kalkıp otel odasına, Anna'nın yanına döndüğünde, Anna'nın ellerini avuçlarının arasına almıştı.
Ve kendisinden aldığı beş rubleyi geri bırakmıştı Anna'nın parmaklarının arasına.
Bütün gün o beş rubleyle oynamış; kazanmış, kaybetmiş, kaybetmiş, kazanmıştı.
***
Bukowski de at yarışı hastasıydı.
Sürekli, sık sık yolda kalan o külüstür arabasıyla hipodroma gidiyordu.
Birçok kez, evden çıktığında;
'Eğer bu havada hipodroma araba sürecek olursam Allah belamı versin!' diyordu.
Ama her defasında…
Kesin olarak, hipodrom yolunu tozu dumana katarak, at yarışı oynamaya gidiyordu.
Bundan vazgeçemiyordu.
***
O at yarışlarından birinden gelirken şu şiiri yazmıştı:
'At yarışlarından dönerken
yeşiller içinde bir kadın gördüm
her tarafı…'
Şiirin gerisini yazmayalım biz şimdi burada.
Bizimki gibi bir gazetede, yeraltı edebiyatının en azılı yazarı üzerine de yazsan, yazacağın yazı ancak bu kadar olur!…
***
Karısı Linda bunu…
Bukowski'nin bütün parasını at yarışına yatırma tutkusunu,
'Bukowski çok yalnız bir insandı. Sürekli hipodroma gidiyordu. Çünkü ne bir arkadaşı vardı ne de gidebileceği bir başka yer,' diye açıklıyordu.
***
Şimdi gelelim bize!
Kendimizi, ölümsüzlüğü başarmış bu büyük yazarlarla bir tutmak gibi olmasın ama…
Elbette bizim de var tutkularımız, saplantılarımız, zaaflarımız…
Ve hatta günahlarımız…