Güzel ülkemizde 'sağlıksız durumlar' o kadar çoğaldı ki, insan nereden başlayacağını şaşırıyor…
Örneğin, '3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü'nde, 'Dünya Basın Özgürlüğü Endeksinde' Türkiye 180 ülke içerisinde '157. Sırada' yer aldı…
Ve bu ülkede Basın Özgürlüğü Günü'ne inat o gün yeni girenlerle birlikte, 191 gazeteci hapiste yatıyor…
Dahası, bu ülkede 'Basına ve basın emekçilerine saldırma özgürlüğünü (!)' hoyratça kullanan kişi ve kuruluşlar o kadar çoğaldı ki…
Ve basınımızın çoğu öylesine sağırlaştırıldı ki…
Oysa çağdaş bilim ve demokrasi kuralları şöyle diyor:
' Korkacak şeyleri olanlar toplumu sağırlaştırmaya çalışırlar… Aydınlık bir ülkenin şartı özgür basındır.'
*****
Elbette ki bu ülkede sağlığı bozulan sadece basınımız değil.
Devenin dediğince ' Neremiz sağlıklı ki…'
*****
İSTANBUL'U DİNLİYORUZ…
Evet, toplumca günlerden beri Orhan Veli'nin dediğince:
' İstanbul'u dinliyoruz, gözlerimiz kapalı…'
İBB seçiminin iptal edilme/ edilmeme konusu o kadar cıvıklaştırıldı ki…
Ve bu cıvıklığın amacı o kadar açık ki: 'Yeni kumpaslar için zaman ve zemin hazırlanıyor…'
Oysa olayın her türlü demokratik ve hukuksal süreci çoktan tamamlandı. Şimdi 'kumpas' aşamasındayız…
'Tek adam sisteminin iktidar hırsı ve mutlak kazanma tutkusu' yüzünden ülke bilinmezliğe sürükleniyor…
Bu yazı hazırlandığı sırada henüz YSK'nın İstanbul kararı açıklanmamıştı. Karar ne olursa olsun, 'Toplum vicdanında İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İMAMOĞLU'dur.'
Bundan sonrası için kazanımlar 'Demokrasi güçlerinin azim ve kararlılığı ile doğru orantılı olacaktır…'
*****
YARGI ALANINDA TUZ KOKUYOR…
'Hukuk ve Demokrasi arasında diyalektik bir ilişki olduğu…'; bilim dünyasının ve duyarlı yurttaşların kabul ettiği bir gerçekliktir.
Bu bağlamda, 'Hukukun üstünlüğü ve bağımsız/ tarafsız yargı'; demokratik toplumsal yaşamın olmazsa olmazıdır.
Ne yazık ki bu temel ilkeler bizim toplumumuzda gereğince kök salamamıştır.
Üstelik son 17 yılda 'Teokrasiye dayalı tek adam sistemi' üzerine yapılan sözde yasal düzenlemeler; demokrasi- hukuk dengemizi bozmuş, yargı sistemimizin bağımsızlığı ise çok zayıflamıştır.
Dahası, yargı sistemimizi 'dindarlık, kindarlık, yandaşlık…' gibi hukuk dışı hastalıklar sarmış durumda.
Açıkçası, tuz kokmaya başlamıştır yargı alanımızda…
'Bir ülkede tuz kokarsa; elbette 'seçim' de kokar, 'geçim' de…'
*****
GÜL AĞACINDA ÜÇ FİDAN…
'Deniz mahkemeye düşmüş/ Avukatı ben olaydım…' diye ağıtlar düzdü halkımız…
Ama avukatlarını dinleyen bile olmadı…
Deniz GEZMİŞ, Yusuf ASLAN ve Hüseyin İNAN'ın idam edilmeleri; ülkemizde hukuk ve demokrasi ilişkilerinden yükselen pis kokuların geçmişteki en kara örneklerinden biridir.
Öncelikle toplumsal anlamda bu yüzkarasının aklanması gerekiyor...
'Sonra belki düşüncelerin asılmadığı yerlere gideriz…'
Bundan 47 yıl önce, 6 Mayıs 1972 günü, darağacına asılan o üç fidan; bugün halkımızın bağrındaki gül ağacında yaşıyorlar…
Ama O üç fidanı darağacına gönderenler lanetle anılıyorlar…
*****
HER ŞEYİN BAŞI 'SAĞLIK'
'Sağlıklı yaşam hakkı', hiç tartışmasız bir biçimde bireyin yaşam değerlerinin başında yer alıyor.
Bu bağlamda çağdaş kamu yönetiminin görev ve sorumluluklarının başında da 'sağlık' yer alıyor.
İnsanlık tarihine baktığımızda, toplumsal yaşamda barış ve demokrasi değerlerinin etkin olduğu dönemlerde, sağlık koşullarının daha elverişli olduğu; savaşların ve otoriter sistemlerin etkin olduğu toplumlarda ise sağlık olanaklarının yerlerde süründüğü açıkça görülüyor…
İşte son yıllarda ülkemizde 'Sağlık alanındaki sağlıksızlık' da buradan kaynaklanıyor…
Ülkemizde AKP/ RTE iktidarı dönemindeki sağlık durumumuz şöyle özetlenebilir:
  • Kamusal sağlık sistemi zayıflatıldı, sağlıkta özelleşme oranı arttı.
  • Özellikle kamu hastanelerinde 'kalite' düştü. Çünkü kamu hastanelerindeki yetişmiş uzmanların çoğu 'özele' geçtiler…
  • Dolayısıyla sağlık alanında 'eşitsizlik' uçurumu büyüdü…
  • Yurttaşların 'Sağlık giderlerine katılım payları' yükseldi.
  • 'Şehir Hastaneleri' uygulamasıyla sağlıksız yeni vurgun alanları oluşturuldu…
Böyle bir durumda, sağlık alanımızı güllük gülistanlık gösterenlere 'Aşan bilir karlı dağın ardını/ Çeken bilir sağlıksızlığın derdini…' türküsünü anımsatmak gerekir.
Son beş yıldan beri, 'Sağlık sistemimizin zorunlu ve sürekli müşterisi' olarak, o karlı dağlarda yaşadıklarımızdan birkaç tanesini sizlerle paylaşmak isterim:
  • Sağlık kuruluşlarımızdaki 'muayene, tahlil, tetkik, tedavi' uygulamalarının düzenli ve güvenilir bir kayıt sistemi yok.
  • Polikliniklerdeki yoğunluk ve düzensizlik, hastaların ve yakınlarının psikolojilerini bozacak düzeyde… Yatan hasta iseniz işiniz daha da zor…
  • Bu konuda ya kamu hastanelerinden aylar sonrasına randevu alacaksınız ya da parayı bastırıp 'özele' gideceksiniz…
Ve o özel yerlerde 'Onkoloji ve kalp hastalarının tedavi giderleri devletçe karşılanır…' yasal hükmünün pratikte geçerli olmadığını göreceksiniz…
  • Son beş yıldır bizim aile bütçemizin en yüksek gider kalemini 'sağlık harcamaları' oluşturuyor…
Tüm bu gerçeklere rağmen bugün birileri çıkıp 'Sağlıkta çağ atladık…' dedikçe, içimden onlara; 'Hadi oradan densizler!..' diye haykırmak geçiyor…
Ülkemizdeki tüm sağlıksız durumların sağaltımı için ise ' Taş gibi birliktelikler oluşturarak ve taşı çatlatacak kadar azim ve kararlılıkla, demokrasi mücadelesini sürdürmek…' gerekiyor.
Sağlıkla, sevgiyle, dostlukla…