Nedense ulus adımızı geriye atıp ne kadar tali aidiyetimiz varsa kullanma eğilimindeyiz. Ya da birileri alt kimlikleri kaşıma operasyonu yapıyor.
Bu ülkede Sünni, Şii, Vahabi vb. kimlikleri ön plana çıkartma gayretindeki zatlar da,
Ne hikmetse bu kimliklerle yaşanılan ülkelere değil, (tam tersine) Hıristiyan Avrupa ülkelerine yerleşme arzusundalar.
Zerzevatlık işte!

***

Avrupa ülkelerinin çoğunda toplumu oluşturan bireylerin değişik ülke kökenlerine sahip olduğunu görürüz. Kökenleri ne olursa olsun, Almanya'daki Almanlığa, Fransa'daki Fransızlığa, İngiltere'deki İngilizliğe, Amerika'daki Amerikalılığına sahip çıkar. Kimse onları yaşadıkları ve yurttaşı olduğu ülkenin kimliğine sahip çıkmaktan alıkoyamaz.
Bu ülkeler bize de tarih boyunca aynı çizgide baktılar. Onlar bizdeki mezhebi, kökeni umursamadan hepimizi 'Türk' olarak tanıdılar. Osmanlı ordusu kökeni farklı askerlerden oluşuyordu ama Avrupalılar esir aldıklarına 'Türk esirler' diyordu.
Osmanlı da bile ülkenin kurucu çekirdek ulusuna 'Etrak-ı Bi-idrak' (akılsız Türk) denilirken,
Avrupalılar için hepimiz birer 'Türk'tük.

***

Tarih boyunca da bizi geldiğimiz yere göndermeyi amaçladırlar.
Ancak hiçbir zaman Arabistan Yarımadası'na kovmaktan bahsetmediler, hep Orta-Asya'yı işaret ettiler.
Galiba onlar bizden iyi biliyorlardı kökenimizi.
Bilmeyen bizdik/kendimizdik. Ümmetçi bir anlayışla Arabistan'ı merkez, Arap'ı akraba saydık. Araplar bizden hoşlanmazken/arkadan vururken, biz Arap kültürüne biat eder olduk.
Oysa tarihin toplumlara kazandırdığı 'ulus' kimlikleri vardır.
Arap Araplığını bilir, Alman Almanlığını, Rus Rusluğunu…
Türk de Türklüğünü bilmelidir.
'Araplığın alemi yok!'

***

Hayatımızı 'Turkish döner'le, 'Türk lokumu'yla, 'Türk baklavası'yla, 'Türk pilavı'yla renklendiriyoruz.
Devletimiz, ordumuz, cumhurbaşkanımız, bakanlarımız, meclisimiz Türkiye ve Türk adlarıyla anılmaktadır.
Ve biz çağdaşlığı hedeflemiş bireylerden oluşan bu ülkede takıl tukul da olsa, eğri büğrü de olsa yaşamımızı sürdürüyoruz.
Bunlar bir yücelik değil, ulusal varlığın tespitidir.

***

Bu, -kökeni ne olursa olsun- coğrafyamızdaki tüm olayları birlikte yaşayan, zorluklara birlikte direnen toplumun uluslaştırdığı kimliktir.
Anlamını Atatürk'ün tanımında bulan bir ulusun:
'Türkiye Cumhuriyeti'ni kuran Türkiye halkına Türk Milleti denir.'
Etnik bir kökenden, dini bir tabiiyetten bahsetmez. Irkçı, milliyetçi, ümmetçi tartışmaların malzemesi değildir.
Osmanlı Devleti'ni de, Türkiye Cumhuriyeti'ni de kuranlar -kökeni ne olursa olsun-, 'Türk' olarak tarihe geçmiştir.
Modası geçmiş, hamasetle bezenmiş 'milliyetçilik' anlayışıyla karıştırmadan,
Türkiye Cumhuriyeti'nin sorunlarına çare bulmak, ulusal kimliğine sahip çıkmak her yurttaşın görevidir.

***

Kimsenin anayasayı değiştirerek, heykellere saldırarak, imam-hatip sayılarını arttırarak, yurttaşların yarısını yok sayarak,
Tarihi ve evrensel ulus olgusunu silme şansı yok.
Olsa olsa, kargaşaya, geçici duraklamalara neden olurlar.
Bilinmelidir ki, iki bin yıllık devlet kurma/yönetme ve ekonomi, tarım, kültür, savaş-barış birikimi olan bu ulusun geri kalmışlığının yegane nedeni 'cehalet'tir.
Cehalet, teokratik düzen isteyenler için 'mümbit bir vaha'dır.
Yumurta-tavuk metaforu gibi; cehalet teokrasiyi, teokrasi cehaleti besledikçe,
Bireylerin mutlu olabilmeleri hep ahrete ötelendikçe,
'Çağın gerisinde kalmak' kaçınılmaz bir sonuçtur.