Demokrasinin farklı tanımlamaları olabilir ancak bu tanımlamaların amacının ve çıkacağı kapının aynı olacağı yadsınamaz bir gerçektir. Yine demokrasinin tanımlamaları içerisinde birçok şart koşulda bulunur; milli egemenlik, seçme seçilme hakkı, katılım, özgürlük, eşitlik, çoğulculuk, çoğunluk, hukuk devleti, kuvvetler ayrılığı ve son olarak da hoşgörü. Özellikle son dönemlerde defalarca ihlal edilen bu koşulların bugünlerde en çok hangisine ihtiyaç duyuyoruz diye kendi kendimize soracak olursak sanırım bunun cevabı 23 Haziran'da yapılacak İstanbul yerel seçimlerinin de göstermiştir olduğu biçimde hoşgörü olacaktır! Herkesin kabul ettiği bir gerçek, toplumumuzda hiçbir zaman bu kadar bölünüp kutup haline geldiği, çatışmanın bu kadar yoğun olduğu bir dönemin yaşanmış olmayışıdır. Bu kutuplaşmayı bu çatışmayı da mevcut iktidarın yerleştirdiği de maalesef kabul edilmesi gerekli başka bir gerçektir. Her şeye rağmen demokrasi kültürünün yerleşmesini ve yaşamasını istiyorsak bu ortamı bu iklimi değiştirmeliyiz. Bunu da ancak hoşgörü ve tabii ki bunun beraberinde uzlaşı ile beraber gerçekleştirebiliriz!.. Pazar akşamı yapılan sayın İmamoğlu ve sayın Yıldırım'ın tartışması bu anlamda olumlu katkı sunmuş, iyi olmuştur. Daha önce de bu köşede ifade etmiştim 'psikoloji genel olarak çatışmayı 'karmaşık bir yaratık olan insanoğlunun aynı anda birçok güdünün etkisi altında kalması ve bu iki ya da daha fazla güdünün aynı anda etkin olması halinde ortaya çıkan durum olarak' tanımlar.
Aynı tanımlamada şu tarz örnekler de verilir; öğretmen sınıfta konuşulmasını istemez, ancak öğrenci de arkadaşına kendisi için çok önemli olduğunu düşündüğü bir şeyi anlatmak ister. Burada öğretmenin ihtiyaçlarıyla öğrencinin ihtiyaçları çelişmektedir. Bu durum da iki kişinin çatışma yaşamasına neden olur.
Evet, verilen bu örnekten de görüldüğü üzere çatışma bir kişinin içsel dünyasında olduğu kadar iki kişinin çelişen güdüleri sonucu da ortaya çıkmaktadır. Doğal olarak bu sonuçlarda bireysel dinamiklerden toplumsal dinamiklere ulaşmaktadır.
Niyetim elbette ki uzman olmadığım psikoloji alanında ahkam kesmek değil. Peki, neden bu açıklamayı yapma ihtiyacı duydum anlatmaya çalışayım, toplum olarak yaşadıklarımız sonucunda öyle bir noktaya gelmiş vaziyetteyiz ki çatışma olmadan bir günümüz geçmiyor. Hayatımızın, yaşadığımız toplumun hemen hemen her hücresine nüfus eden bu konunun analiz edilmesi tartışılması gerektiğini düşünmekteyim. Normal şartlarda hayatın bir parçası olarak kabulleneceğimiz bu çatışma ortamı olağan dışı bir vaziyet almış durumda. Yine normal şartlarda olumsuz bir manası olmaması gereken ve iyi yönetildiğinde başarılı sonuçlar verebilecek çatışma kavramı maalesef bırakın iyi yönetilmeyi, adeta bilerek ve kasten iyiden iyiye çıkmaza sürüklenecek ölçüde kötü yönetiliyor.
Oysaki hemen hemen her sorununu çatışmaya kavgaya dönüştürmeyi başaran (!) bir toplum olarak çatışmalardan gerek olumlu sonuç, gerek uzlaşma çıkacak yöntemlere o kadar fazla ihtiyacımız var ki.
Türkiye'nin iç ve dış politikasını derinden etkileyen siyasi, sosyal, ekonomik, etnik, dini birçok çatışma yaşayan ülkemizin çıkarılabilecek sonuçlar paralelinde tartışmaları pozitif bir noktaya çekmesi gerekirken çözüm yöntemlerini görmezden gelmesi son derece üzücü.'
İşte böyle bir ortamda İstanbul adaylarının topluma uzlaşı vermesinin önemli bir katkı olacağı muhakkaktır.
Uzlaşı kavramı toplumların ezbere bildikleri bir şey değildir zamanla öğrenilen ve bu öğrenme neticesinde toplum hayatına uygulanan bir yöntemdir. Öğrenmeyi unutan toplum ilerlemeyi de unutur ve birçok hayal ürünü ile avutulur. Ne demokrasinin temel şartlarını ne de bu şartların yaşatılması gerekli olan uzlaşı ortamını unutmamak hepimize iyi gelecektir!..