Yağmurlar başladı. Hafta sonu durup durup yeniden yağdı. Kimi zaman hafif hafif, çisenti halinde. Kimi zaman da aniden bastırarak.
Bir ara dışarı çıktım hafta sonu, kitapçıya doğru yürüyeyim diye. Hiçbir şeyin tadı yoktu. Geri dönüp geldim.

***

Yağmurlar başladı, ben de ıslanmaya başladım. Islandım yine ilk yağmurlarla.
Alışamadım elimde bir şeyler taşımaya. Çanta, şemsiye…
Falan filan.
Hayatım boyunca taşıdığım tek şey, gizlice eve soktuğum kitaplar oldu.
Gizlice!
Çünkü…
Bir türlü toparlayamadığım kitaplar evin her yerinde olunca…
Kitapların sayısı bizim evdeki varlığımızı tehdit eder hale gelince…
Bir de geceleri geç saate kadar kitapların başından ayrılmayınca…
'Ben yatmaya gidiyorum. Sen gelmiyor musun yatağa?'
'Biraz daha okuyacağım, bugün aldım bu kitabı…'
E böyle olunca, eve kitap alıp gelmek, eve kadın atmaktan farksız hale geldi.

***

Tıpkı…
Adam, iş yerindeki bayan arkadaşıyla iş çıkışı birlikte bir kahve içmek için sözleşmiş.
Kahveden sonra çay… Çaydan sonra kahve…
Kahvenin yanında patronu…
İşyerinde oda arkadaşı Ayşe'yi, Fatma'yı, Ahmet'i, Mehmet'i çekiştirmeler…
Açılmalar, eşten dosttan yakınmalar, samimi itiraflar derken saat geç olmuş.
Adam kadını evine bırakmış.
Kadın nezaketen…
Nezaketen değil, basbayağı isteyerek ve tasarlayarak!
Adam da farklı bir hissiyatta değil tabi de…
O kadar yakınlaşmadan sonra…
Neyse; eve çıkıp bir şeyler içme teklifi üzerine adam kadının evine çıkmış.
Şöyle böyle derken… Olan olmuş.
Yatmışlar.

***

Adam sabaha doğru uyanmış.
Apar topar evine gitmiş.
Gizlice yatağa süzülecekken… Karısı uyanmış.
'Nereden geliyorsun bu saatte sen!'
'Ne yalan söyleyeyim,' demiş adam. 'Hani bizim iş yerinde, yan tarafımdaki masada çalışan kızıl saçlı, genç, güzel bir kadın vardı ya?'
'Eee?'
'İşte onunla… Böyleyken böyle oldu!'
'Yalan söyleme bana!' diye bağırmış kadın. 'Yine o serseri, alkolik arkadaşlarına takıldın değil mi? Kaç kere söyledim ben sana bana yalan söyleme diye!'
'Tamam tamam, bir daha yalan söylemeyeceğim, o serseri arkadaşlarımlaydım yine!' demiş adam.
Yani bizde de durum bundan ibaret.
Kadından daha çok kıskanılır oldu evde kitaplar.
Ne yapalım.
Benim gibi serseriler de kolay uslanmaz.
Tutkularından vazgeçmez.
At yarışçısı Bukowski az mı küfretmişti kendi kendine.
'Bu sıcakta arabayı hipodroma sürersem lanet olsun bana!' diyordu, hipodrom yolunda, tozu dumana katarak araba sürerken.
Hayatı boyunca vazgeçmedi atlara oynamaktan. Ve altılı paketlerde bira içmekten…
Dostoyevski de kumar oynamaktan vazgeçmedi hiç.
Bunların yanında benimki ne ki… E tabi adını andığımız, edebiyatın, kendi alanında iki dahisi yanında ben kim oluyorum ki. İki arada bir derede yazılmış kıytırıktan yazılarla… Orası öyle tabi…
***
Her neyse.
Herkesin yaşayabileceği tek bir hayat var.
Yaşamalı.
Alabilesiye özgürce.
Tutkularıyla.
Ve hatta saplantılarıyla…