Televizyonun olmadığı yıllarda, sabahları dinlediğimiz, 'Yurttan Sesler' korosunun transistörlü radyodan yükselen türkülerini özlüyor bazen insan.
'Sabahın seherinde ötüyor kuşlar.' dizeleriyle Anadolu'nun köyünden, dağından, ovasından gelen yurdun huzur, umut ve sevgi dolu melodik seslerini duymak istiyor.
Şimdi transistörlü radyo yok. Yüzlerce kanalı olan televizyonlarımız var. Sabahları çay keyfi yaparken, bir umutla zap yaparak özlenen sesleri arıyoruz.
Mümkün mü? İstediğin kanala geç; günlerdir, haftalardır, aylardır, referandum kararı alındığından bu yana ekranlarda aynı yüzleri görüyor, aynı sesleri işitiyoruz.
En yüksek perdeden hakaret ve ayrıştırıcı söylemle bezenmiş söylevleri dinliyoruz.
Sanırsın bu ülkede siyasetçilerin başka işleri yok, sadece seçim yapıyorlar.
Seherde öten kuş sesleri değil bunlar.
Öyle alıştık ki, kulaklarımız başka bir frekansı, başka bir tınıyı tanımıyor artık. Hayatın bir parçası oldu bu sesler. Yeni, yepyeni bir…
'Yurttan Sesler!'

***

Bir gün öncesinin tekrarıyla başlıyor; sonra kuşluk, öğle, ikindi, akşam, yatsı… Yatarken bile aynı ses doluyor hayatımıza.
Parti kurulları, il kongreleri, ilçe kongreleri, kadın kolları, gençlik kolları, bilmem kaçıncı defa yapılan açılışlar, keyfe göre seçilen törenler…
Yetmezse; muhtarlar, ağzı var dili yok akademisyenler, eli mecbur iş insanları, terazisiz yargı mensupları, sanatı kendinden menkul sanatçılarla toplantılar bahane ediliyor.
Naklen yayın araçları da orada. Sürekli toplantı, sürekli kürsü, sürekli konuşma…
Bunlar 'yurdun yeni sesleri'; günde üç kere, beş kere; biri bitince, diğeri…
Her fırsat siyaset için kullanılıyor.
'Gevezeliği ayıplama' erdemine, 'hakaret edeni dışlama' vakarına sahip olduğu sanılan toplum; bu hakaret, riya, yalan, nefret dolu cümleleri alkışlıyor, alkışlıyor, alkışlıyor…
Demokrasi de, sağduyu da demagojiye feda ediliyor.

***

New York Times da yazmışlar:
'Trump'ın tweetleri varsa, Türkiye liderinin söylevleri var.' diye.
Devamında da hem içeriye, hem dışarıya hakarete varan vaazlarla, hamaset dolu şiirlerle siyaset yapılmasına pek şaşırmışlar.
Herhalde, kültürümüzde yer alan, 'Söz gümüşse, sükût altındır' ya da 'İki dinle, bir söyle' atasözlerimizi okumuşlar bir yerlerden de, öyle olacağını sanıyorlar.
Bizim her atasözümüzün bir tersinin, dinlemeyi öğütleyenlerin yanında atıp tutanı öven atasözlerimizin de olduğunu bilmiyorlar ki zavallılar. Mesela, şunu okumamışlar:
'Dilin kemiği yok.'

***

Yandaş yazarların bile 'Bu kadarı da fazla, tepki çekmeye başladı.' türünden fısıltıları geliyor kulağa.
Meral Akşener de, Emine Erdoğan'a hitaben:
'Hanımefendiden istirhamımız, eşleri beyefendiye biraz evde oturmasını söylemesidir.' demişti geçen ay.
Mesela siyasi liderler evlerinde otursa, şu güzel bahar günlerini dolduran kendi bed seslerini duysa, konuşmalarının tekrarını dinlese, ne iyi olurdu!
Her ne kadar benzemese de, arada bir;
'Bülbülün çektiği dili belasıdır.' atasözünü hatırlasalardı.

***

Timur berberde tıraş olurken aynada yüzünü görür ve ağlamaya başlar. Yanındaki Nasrettin Hoca da başlar ağlamaya.
Timur çeşitli sözlerle yatıştırılır, ağlaması kesilir. Ama Nasrettin Hoca iki gözü iki çeşme ağlamayı sürdürür.
Timur sorar:
'Bre Nasrettin Hoca, niye ağlarsın böyle?'
Nasrettin Hoca hıçkırıklar arasında cevaplar:
'Hünkarım, sen yüzünü aynada bir kez gördün ve ağladın. Ya biz ne yapalım?'