Zaman bazen yavaşlar…
O kadar yavaşlar ki, sinsi bir düşmanın işe karıştığını
Ve o düşmanın cennetin yollarının döşendiği azap taşlarını omuzlarınıza yüklediğini hissedersiniz…
Ve ona bir isim koyarsınız…
Kimi zaman şans, kimi zaman kader, kimi zaman da rastlantı der çıkarsınız…
İsim koyup işin içinden çıkmak kolaydır çünkü…
Hatta İdealar Evreni'nde, bedenlerimizden önce ruhlarımıza öğretilmiş bilgiler sorgulanıyormuş gibi hissedersiniz…
Kısacası canınız sıkılır…
Canınızın sıkılmasını tarif etmeye kalkmak, işe yaramayacaktır,
Bilirsiniz,
Ama yine de gerçeği, doğruyu, hakikati anlatmaya çalışıp durursunuz kendi kendinize…

***

Zaman bazen hızlanır…
Koşar adımlarla ulaştığınız denizleri bir adımda geçersiniz…
Dağların ağırbaşlılığı, denizlerin delidoluluğu, ovaların uğultusu vardır omuz başınızda…
Yaptım dersiniz,
Başardım,
Tırnaklarımla kazıya kazıya…
Şansımı kendim yarattım,
Kaderimi kendim yönlendirdim deyip,
Hayatta hiçbir şey rastlantı değildir özdeyişiyle park edersiniz otomobilinizi…
Gerçeği, doğruyu ve hakikati bile yeniden yarattığınızı düşünür,
Hayatın hiç bitmeyeceğini,
Hiç ölmediğiniz halde ölümün ne korkunç bir şey olduğunu düşünürsünüz…
Merdivenleri sabırsız bir kıpırtıyla çıkıp evin kapısını açtığınızda, karşınızdaki dünyanın yeni bir evrenin parçası olduğunu zanneder, hole girerken geçtiğiniz çamurlu yolları anımsar, sıcak çorba kokusunu minnettarlıkla içinize çekersiniz…
Zaman o kadar hızlı geçmiştir ki…

***

Zaman bazen durur…
Işık durur, eşya durur, rüzgar durur…
Zamansızlık durur, arsız bir karanlık çöreklenir dizlerinize,
Dizlerinizde durur…
Artık gözlerinizi kırpmıyorsunuzdur…
Görmüyor, duymuyor, konuşmuyorsunuzdur…
Hissetmiyorsunuzdur…
Aynı şeymiş gibi görünse de, ölüm değildir bu…
Zamanın durmasıdır…
Aklın tutulması, evrenin içinde durduğunuz odanın boyutlarına inmesi…

***

Zamanın üç halidir tüm bunlar…
Cüretkar bir iç geçirişle geçmiş günlerinizle hesaplaşırken, bir şey geliverir aklınıza…
Bir geminin güvertesinden uzaklaşan rıhtıma bakarken düşünür insan…
Her şeyi almıştır çantasına, iç çamaşırlarını, diş fırçasını, yedek gözlüklerini bile…
Ama yine de bir şey kalmıştır geride,
Rıhtımda görünmeyen…
Uzaklaştıkça içinde büyüyüp duran…