1923'ten 1938 sonuna kadar geçen 15 yıllık dönemde büyük işlerin başarıldığı açıktır. Türkiye, Birinci Dünya Savaşı'na girerken nüfusu 29 milyondur. Cumhuriyetin ilanı sırasında bu nüfus 11 milyona düşecektir. Anadolu'nun en gelişmiş bölgesi olan Batı Anadolu, üç yıl süren Dünya Savaşı sırasında harab olmuş İzmir, Yunanlılar tarafından yakılmıştır. Köyler boşaltılmış, Doğuda köyler büyük bir yıkım ve yokluğun pençesindedir. Köylerde aydınlanma için yakılan kandiller her evde bulunmaz, gaz lambası zengin denen kişilerin evlerinde bulunur. İçme suyu bulunan köyler parmakla sayılır. Köy ve kasabalarda, hatta şehirlerde gıdasızlıktan verem, bataklıklar yüzünden sıtma çok yaygın hastalıklardır. Doğu illeri hain ve eşkıyanın elindedir. Halk sahipsiz, yokluk ve yoksunluk içinde kendi kaderine terk edilmiş bir haldedir. Sanayiden bahsetmek hemen hemen imkansızdır. Halkın zorunlu ihtiyaçları yabancı ülkelerden, yabancı tüccarlar aracılığıyla sağlanmaktadır. Petrol, tenekeler içinde Batum'la Romanya'dan, kelle şekeri Rusya'dan ithal edilir. Çimento, kiremit ve tuğla Akdeniz ülkelerinden gelmektedir. Marsilya kiremiti, Portland çimentosu en kaliteli olanlarıdır. Haliç Tersanesi ile havuzlarını, ünlü İngiliz Armstrong şirketi işletmektedir. Ülkede bir savaş halinde bütün zorunlu ihtiyaçlar birden yok olmaktadır. Birinci Dünya Savaşı'nda İstanbul halkı, mısır koçanı dahil çeşitli gıda maddelerinden yapılan kerpiç sertliğindeki ekmeği vesika ile almış, mahallelerde kaynayan ortak kazandan yemek yemiş, Bir teneke gaz, bir okka şeker 5 Reşat altınına satılmıştır.
1923'de hazine tamtakırdır. Devlet varlığı bir 'hiç' ten ibarettir. Halk eğitim ve kültürden uzak bırakılmış, Okuma yazma oranı % 5'lerdedir. Saltanat idaresi yüzyıllar boyu toplumu kendi iktidarını tartışmayacak hale sokarak yönetmiştir. Bu iktidar, teb'a yaratmış, sürü yaratmış, saraya bağımlı, boyun eğen, ezilen ama sesini çıkarmayan köleler yaratmıştır. Dolayısıyla bu halkın, Batıdaki medeni ve gelişmiş toplumlardan haberi de yoktur. Rönesanstan, Reform hareketlerinden, Hümanizmadan, gelişen sanat ve edebiyattan, değişen ve gelişen ekonomik faaliyetlerden ve yeni coğrafi keşiflerin yarattığı yeni iktisadi kavram ve olgulardan, Fransız Devriminden, Bolşevik Devrimi vb. gibi büyük değişimlerden de haberi yoktur. Haberi olanlar için de bunların çok önemi yoktur zaten. Ülke parçalanırken sarayın kendi iç ve dış düşmanlarıyla işbirliği yaptığından da haberi yoktur. Bunun içindir ki, birçok olumsuz koşula rağmen Atatürk'ün önderliğinde şahlanan milli irade, büyük ihanetlere rağmen bir çok alanda büyük devrimler yapar. Bu devrim süreci sadece monark yönetimin yerine Cumhuriyeti getirmek değil, bir milletin bütün geleceğini değiştiren 'ekonomik devrim' in başlatılmasının yanında eşsiz bir 'KÜLTÜR DEVRİMİ' ni de başlatacaktır.
Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra yer alan devrimin ilk sonucu, Osmanlı İmparatorluğu'nun sona erdirilmesidir elbette. Ancak, devrimi yapan bazı değişiklikler, imparatorluğun hayatındaki son çağ içinde hazırlanmıştır. Her iki durumda da 'ÖNDER' Atatürk'tür. Bu büyük zeka, tarihin akışını sezmiş ve ona hız kazandırmıştır.
Kuşkusuz ilk değişim, yeni ve tümüyle bağımsız bir 'ULUS DEVLET' in yaratılmasıdır. Milli Mücadeleyi sona erdiren Lozan Konferansı'nda 'Tam Bağımsızlık' için yapılan ısrarlar, İsmet Paşa'ya ve Türk delegasyonuna büyük güçlükler çıkarmıştır. Diğer ülkelerin temsilcileri bunu kabul etmekte ağır davranırlar. Lozan'daki bir Avrupalı diplomat, acil ve tam bir bağımsızlığı öngören bu siyasetin, gelecekte yalnız ve güçsüz bırakılacak olan Türkiye'yi çökerteceğine inanmaktadır.
1923'den bu yana Türkiye Cumhuriyeti Devleti çok güçlenir. Gerek varlığı ve gerekse bağımsızlığı hiçbir ülke tarafından tehdit edilemez. İkinci Dünya Savaşı sırasında ve sonunda bazı güç anlar yaşanır ama, Türkiye'nin bugünkü uluslararası durumu ile 1923'den önceki 50 yıl arasındaki tezat gerçekten çok müthiştir. Osmanlı İmparatorluğu günlerinde Türkiye'nin dış ilişkileri , gerçekte onun iç meseleleridir. (Bosna, Mısır, Suriye Makedonya vb.). Bu iç sorunlar, Osmanlı hükümetinin başlıca uluslararası sorunlarıdır. Bu gün ise Birleşmiş Milletler, Ortak Pazar, Nato, Cento üyesi olarak bağımsız Türkiye devleti, uluslararası ilişkilerde tamamen değişik bir rol oynamaktadır. Atatürk zamanında kazanılan 'Ulusal Bağımsızlık' korunmuş ve güçlendirilmiştir.
İkinci önemli değişim Türk ulusal bilincinin gelişmesidir. Böyle bir bilinci yaratmak, Atatürk'ün en büyük isteklerinden biridir. Türk'ün gururla 'Ben Türk'üm' demesi, artık garip değildir. Ama, Mehmet Emin Yurdakul 1897'de aynı sözü söylediği zaman olağan dışıdır, alışılamamıştır. Artık kimse ; 'Türk idrak-i bi-idraktir' diyemeyecektir. Saray şairi Lari'nin dediği gibi 'Türk'ün elinden şeker olsa yeme, ağudur (zehirdir) o' diyemeyecektir.
1923'den bu yana durum köklü olarak değişmiştir. Atatürk'ün eğitim ve alfabedeki reformları ile Dil ve tarih Kurumunu oluşturması, değişime hız kazandırır. Türk ulusal bilinci yayılmaya ve gelişmeye devam eder. Atatürk devrimlerinin bu yönü henüz tamamlanmasa da devam etmektedir.
Üçüncü değişim olarak hükümetin Cumhuriyetçi niteliği gösterilebilir. 1876'da Mithat Paşa'nın anayasasıyla başlayan sultanın iktidarını sınırlandırma hareketi, imparatorluğu bir anayasal (meşruti) monarşiye yöneltmiştir. Bir çok kişiye şok etkisi yapan bundan sonraki adımı Atatürk atmış ve 1923'de Cumhuriyet ilanında ısrar etmiştir. Gerçekte, halkın kayıtsız şartsız egemen olmasında ısrar etmesi çok mantıklı bir sonuçtur. 'Hakimiyet bilakayd-ı şart milletindir' diyordu Mustafa Kemal. Tarihçi Abdurrahman Şeref'in de dediği gibi ; 'Cumhuriyet, yeni doğan çocuğa verilen isimdir.'
Dördüncü değişim, din ve devlet anlayışlarının revizyonudur. Devlet seküler yaşamın şartlarına, yine gerçek hayattan ve ilimden aldığı destekle yeni kurallar üzerine oturacak, din ise insanla Allah arasındaki kişisel ilişkiye bırakılacaktır. Artık hiç kimse veya hiçbir zümre güya Allahtan aldığı vekaletle insanları yönetmeye veya sömürmeye devam edemeyecektir.
Diğer bir gelişme ve değişim alanı da modernleşme, Batılılaşma hareketidir. Bu anlayış basit ve yüzeysel bir Tanzimat Batıcılığından tamamiyle farklıdır. Amaç Batı medeniyeti içinde bir 'eşit öge' olarak yaşama zorunluluğu var ise o zaman Batı medeniyeti tanınacak, buradaki büyük gelişmeler Osmanlının aksine hızla ciddiye alınıp Türkiye'de uygulama alanları araştırılacak ve modernleşerek güçlü, üreten ve zenginleşen bir devlet olunacaktır. Yani Batılılaşma ve modernleşme Osmanlıdaki gibi Fransız hayranlığının yarattığı ortamda Fransızca konuşmanın veya Fransız hocalardan piyano dersleri alıp şeklen değişmek değil, Batı medeniyetinin 'medeniyet kodlarının' incelenmesi ve kabulü anlamına gelmektedir.
Diğer önemli bir gelişme alanı da Dünya ile barışçı dış ilişkilerdir. Bu ilişkilerin boyutunun tamamen değişmesi Atatürk devriminin bir uzantısıdır. Son 50 yıl içinde Osmanlı devleti 7 ayrı savaşa katılmıştır. Atatürk'ün 'Yurtta Sulh Cihanda Sulh' sözü, bugünkü siyasi ve ekonomik gelişmelere bakıldığında ne kadar doğru ve önemli olduğu bir kez daha anlaşılabilir.
O'nu sevmek, O'nu takdir edip bu devrime sahip çıkmak Türk Milleti için bir gereklilik ve olmazsa olmazdır elbette. Sen çok yaşa büyük önder, sen çok yaşa Atatürk. Aziz hatıran bu milletin bağrında ve aklında hala yaşıyor ve sonsuza kadar yaşayacak.
Ne Mutlu Türk'üm Diyene….